Ağustos 2015 Bilal İNAL A- A+
A- A+

Üretime Dönüşmeyen Tüketim

Son zamanlarda gündemimize nadiren girse de yıllar önce uzun süre gündemde kalan bir konu vardı. Küresel ısınma denen bu konu tüm dünyanın korkulu rüyası haline gelmişti. Peki, bitti mi de gündemden düştü? İşte gündemler lüzumlu olduğu için değil o dönem birilerinin tezgâhına ekmek taşımak için üretilir. Oysaki bu konu çok büyük söylemlere sahipti. Dünyanın gelecekte insan yaşamı için imkânsızlaşacağını iddia ediyordu. Bunun sonuçlarından biri olarak da suyumuz tükeniyor başlığı önemli bir yer tutuyordu. Tükenmek ne demekti? Dünyanın dışına çıkamayan bir şey nasıl olurdu da tükeniyor olabilirdi? Çok geçmeden dünya üzerinde büyük sel felaketleri oluvermişti. Aklımıza hemen o soru geldi. Hani tükeniyordu suyumuz?
   
Çağımız insanı tükenmek kelimesini oldukça içselleştirdi. Hatta büyük fabrikalar ve binlerce tarım makinalarıyla hiçbir çağın görmediği üretimi yapan toplumlara tüketim toplumu adını verdik. Sel oluyor suyun tükendiğinden bahsediyoruz. Fabrikalar işlerken bile tükettiğimizi iddia ediyoruz.

Küresel ısınma konusuna tekrar döndüğümüzde tükenme kavramı yerine oturacaktır. Küresel ısınmanın olmadığı süreçte dünyanın her yerinde belli bir su döngüsü vardı. Su denizden gökyüzüne, gökyüzünden toprağa, topraktan da yeraltı sularına ve bitkilere derken her yer değiştirmesinde bir yarar sağlıyordu. Su dönüp dolaşıp da tekrar başladığı yere geldiğinde arada sayısız varlığa sayısız fayda sağlamış oluyordu. Küresel ısınmayla birlikte bu denge bozuldu. Su bir yere gereğinden az gidip o bölgede fayda sağlayamaz hale gelip kuraklığı tetiklerken bir başka yere de gereğinden fazla düşüp sel oluşturdu. Fayda değil felaket getirir hale geldi. Elimizde aynı miktarda su varken sağladığı yarar çok daha az miktarda kaldı. Sağlanan düşük miktardaki bu fayda düşük miktardaki suyla da sağlanabilirdi. Bu sebeple bu miktarın üstünde sahip olduğumuz bütün suyu tüketmiş kabul ediliyoruz.

Toprağa düşen su, bizim besin kaynaklarımızı sağlarken sahip olduğumuz besin kaynaklarıyla da sağlıklı nesiller yetiştiririz. Bu kısa döngünün daha başlangıcında suyu tüketerek başlıyoruz. Gerekli besin kaynaklarını sağlayacak miktarda faydalı su kullanamıyoruz. Sonra döngünün ikinci aşamasında tekrar bir dengesiz dağılımla besin kaynaklarımızı da tüketmiş oluyoruz. Afrika’daki bir çocuk açlık çekerken batıdaki çocuklar fazla yemek yüzünden 50 yaşında oluşacak hastalıklara artık 20 yaşında sahip olmaya başlıyorlar. Böylece besin kaynaklarımızdan da en alt seviyede verimle faydalanmış ve aradaki fark kadar tüketmiş oluyoruz. Bir tarafta üretim çağlarına gelemeden ölen toplumlar diğer tarafta tam üretim beklenen zamanda 50 yaşındaki insan konumuna gelmiş tüketime başlayan toplumlar oluşuyor. Yani bir maddenin tüketiminden bahsederken o maddenin kullanımından değil döngünün bir sonraki basamağına üretim mi yoksa tüketim mi olarak yansıdığından bahsediyoruz.

Döngü dediğimiz olay tek boyutlu da ilerlemiyor. Toprağa düşen suyun sadece yer altı sularına karışıp hiçbir bitkiye yarar sağlamadan tekrar ırmaklara oradan da denizlere ulaştığını düşünürsek burada ikinci bir tüketim şeklini görürüz. Bir varlığın tek yönlü kullanımı da o varlığın diğer özelliklerinin tüketilmiş olduğu anlamına geliyor. Aynı zamanda kullanıldığı tek yönde de fazlalık oluşturacağı için sel örneğinde olduğu gibi yine felaketler getiriyor.

Tüketim kavramı genelde madde için kullanılsa da sosyal olarak da kullanılabilir. Kapitalizm dediğimiz canavar tüketim halkasına katabildiği her şeyi yutmak için muhteşem bir emek harcıyor. Afrika’daki çocuğun rızkını gasp edip de batıdaki çocuğun sofrasına koyarken yaptığı tüketimi “Allah Afrika’daki çocuklara niye merhamet etmiyor?” sloganı ile ateizme malzeme yaparak da merhamet duygularımızı tüketerek taçlandırıyor.

Bir cemaatin hoşgörü duygusunu nasıl tükettiğine de geçtiğimiz günlerde şahit olduk. Zalimlere bile gösterdiği sınırsız hoşgörü sonucunda zulmün gücüne güç katarak felakete nasıl sebep olduklarını gördük. Aynı zamanda mazlumlara verebileceği hiçbir hoşgörü kalmamış olacak ki binlerce mazlumun rızık kapısı olan bir yardım kuruluşunu nasıl çökertmeye çalıştıklarına şahit olduk.

Yine aynı şekilde cihad kavramımızı tüketti kapitalizm. Cihad diye diye Müslümanlara birbirlerini öldürtürken zalimlere karşı hiçbir hareket gösteremediklerini gördük.

Şimdi de insanın bütün duygusal tatminini cinsellik üzerinden sağlamaya çalışarak cinselliği tüketişine şahit oluyoruz. Adeta doymak için sadece ekmek yiyen insan gibi duygusal doygunluk için sadece cinsel birleşmeyi kullanan insan yığınları oluşmaya başladı. Önce zina ile evliliği bir görerek başlayan bu tüketim evliliğin cinsel birleşmeden başka muhabbet, sadakat, güven, sorumluluk, dayanışma, birliktelik ve sayamadığımız birçok duygusal gıdaya sahip oluşunu göz ardı etti. Sonrasında bütün bu duyguların tadını unutan topluluklar yaşadıkları tüm duygusal yoğunluğu cinsel birleşmeye bırakarak sapkınlıkta zirveye çıktılar. Çağımızın tüketim kültüründen cinsellik de nasibini alıp her yerde kullanılarak felakete sebep olurken diğer bütün duyguların da tüketimine sebep olmuş oldu.

Bir yandan maddi manevi bütün kaynaklarımızın dengesiz dağılımı diğer yandan bu kaynaklarımızın tek özelliği ile kullanılması varlıklarını felaket haline getirdi. Allah'ın dünyaya koyduğu dengede her maddenin kullanımı bir üretimi temsil ederken insanların kendi kurmaya çalıştıkları düzende maddenin kullanımı o maddenin tüketimini ifade eder hale geldi. Devamında inançlarımız ve duygularımıza da yayılan bu tüketim kültürü dini değerlerimizi dahi tüketmeye başladı. İslam’ı bu vahşi kültürün gözünden okumayı bırakıp da Peygamber’in aleyhisselam ve sahabenin gözünden okumaya başladığımızda bu süreci tersine döndürerek üretim çağına geçiş yapacağız inşallah.

Yazımızı paylaşın..

Facebook Twitter Whatsapp’ta Paylaş Google Email Print LinkedIn Pinterest Tumblr

Ağustos 2015

Sayı: 10