Panayır Şehirde Kamusal Alan
Şehrin insanı şehrin insanı, şehrin
Bozuk paraların insanı, sivilcelerin
İsmet Özel
Bir lunaparka benzetir Mustafa Kutlu şehri “Bu Böyledir” isimli kitabında. Girenlerin vakti şaşırdığı, parlak göz alıcı ışıkların olduğu, bir türlü çıkış yolunun bulunamadığı bir şehre. Şehir hayatı aldatıcı gelebilir çoğumuza, yalnızlıkları hatırlatabilir, ihanetleri, paranoyaları…
Ancak şehirde bize sebepsizce zarar verileceğini düşünmek, bu sebeple şehre kızmak oldukça yersizdir. Çünkü insan bile tabiatı gereği toplulukla yaşamaya uygun yaratılmıştır. İnsan özünde medenidir, bedevi değildir. Toplumdan ayrılıp gitmek insanın tabiatına aykırıdır. Şu hâlde insan toplumla yaşamanın kurallarına odaklanmalıdır. Birlikte yaşamın sınırları, kamusal alanın nerede başlayıp nerede biteceği meselesi bu konuda oldukça önem arz edecektir.
Giyinmek, soyunmak, cinsel tavırlar, günahlar ve sevaplar… Zorla yapılacak, insanların gözüne zorla sokulacak şeyler değildir. Kanunla düzenlenemeyen bu tarz konular ferdin gündelik yaşamının bir parçasıdır. Yani bunların belirli bir kitleye ait yaşam formu olarak karşımıza çıkması çok olasıdır ki toplumun çeşitli kesimleri kendi kimlikleri ile zaten karşımızda durmaktadır. Peki, bu yaşam tarzlarının ne kadarı kamusal alanda tartışılabilir ve teşhir edilebilir?
Toplumdaki kesimler arasındaki yaşam farklılıklarının nedenleri, doğruluğu, yanlışlığı rahatlıkla tartışılabilir. Mesela sıcak kesimlerde yaşayan insanlar soyunarak gezmek istiyor olabilirler. Daha da sıcak yerlerdeki kamu çalışanları iş yerinde bile terlik giymek istiyor olabilirler. Ya da ezan sesini gürültülü bulanlar ile ezan duymadan yaşayamam diyenler de aynı toplumun bir parçasıdırlar. Bu tercihler sonuna kadar tartışılabilir, konuşulup müzakere edilebilir. Dolayısıyla kavgaya sebebiyet vermediği müddetçe hayat tarzlarının tartışılmasında bir sorun gözükmemektedir. Yeter ki açıklanabilir bir gerekçesi olsun. Gelgelelim bu tercihlerin kamusal alanda teşhir edilmesi konusu toplumun ve özellikle de şehrin çatışma alanlarını oluşturmaktadır. Özellikle şehrin diyorum zira görece farklı görüşlerin birbiri ile teması ancak buralarda yaşanmaktadır.
Ortak yaşamın nasıl sağlanacağı konusu oldukça çetin bir sorundur. Şehrin sorunları veya hastalıkları dediğimiz bu şey özellikle ve öncelikle çözüm bulunması gereken bir husus olarak karşımızda durmaktadır. Zira insanlar dini inancının toplumsal gereklerini yerine getirmekte bile kendini muhayyer görürken başkasının inancı ile takip mesafesini nasıl koruyacaktır ki? Eğer ideoloji çöplüğünde yaşamak istemiyorsak, tartışılabilir ve yaşanabilir bir şehir oluşturmak zorundayız. İslam şehri kurmanın tek sorunu mühendislik değil aynı zamanda mimari düşüncededir ve asıl sorun İslam şehrinde yaşamak istemeyen kesimlerle nasıl bir ortak payda kurulacağıdır.
Post-modern şehrin farklı hislere, kokulara ve renklere hayat hakkı tanımayan yapısından kaçmak isteyen toplum kesimleri İsmailağa mahallesi, Kadıköy barlar sokağı, Menzil köyü gibi dışarıdakiyle kesişim kümesi yokmuş gibi kendi gettosunu mu yaratmalıdır? Yoksa AVM’de dev bir mescid kurulmasını veya orak çekiç baskılı franchising üretimi tişörtler giyinmeyi zafer sanarak kapitalizmin bir tür sömürge valiliğinde akredite inançlar olarak mı yaşanmalıdır? Böyle bir tercihe, “yaşayan bir ideoloji” nazarıyla bakılabilir mi?
Neticede tam bir lunaparkta yaşadığımızı söylememiz mümkündür. Dünyanın tabiatına uygun olarak başımıza her an her şey gelebilir. Sadece şehirde olmamız sebebiyle başlımıza bir musibet gelmesi dünyanın işleyişine aykırı değildir. Zaten bu ideoloji çöplüğüne dönen post-modern şehirde başımıza gelecekler ne şaşırtabilir ki insanı? Şaklabanlar, palyaçolar, çizgi filmler, imamlar ve papazların maskeli balo yaptığı bu lunaparkın çarpışan arabalardan başka bir çıkışı kalmış mıdır?