Ağustos 2020 Ömer Taha ARIK A- A+
A- A+

Meşgul Olmadan Boş Zamanın…

En çok merak ettiğim şeylerden bir tanesidir, acaba 100 yıl önce de zaman bu kadar hızlı geçiyor ve ömür hızlıca tükeniyor muydu? Şimdi kendi hayatımın akışına, aynı zamanda ülkemin gündemine ve yaşadıklarına baktığımda görüyorum ki akan su değil zaman sanki. Daha dün oldu diyebileceğim kadar yakın olayların üzerinden 4 yıl geçmiş…

Ve birdenbire her geçen senenin beraberinde getirdiği imtihanların içerisinde boğulan insanlar oluyoruz. Bu düşüncelerin pek tabi sonucu olarak ölüm konusu aklıma geliveriyor. Yani bu hayat bu kadar hızlı geçiyorsa mantıken ölümüm de uzak değil. Kişinin kıyameti yani… “Yahu arkadaş ben ölürsem geçirdiğim boş zamanların telafisini kim yapacak?” demek geliyor içimden. Sonra anlıyorum ki geçen zamanın hiçbir telafisi yok. Yani geri getiremediğimiz nadir şeylerden zaman. Kafayı tırlatabilirsin düşünürken o derece.

Tabi, her şeye rağmen tek değişmeyen şey yaşım ve gençliğim oluyor benim için. Yani psikolojik olarak zamanın bu kadar hızlı geçtiğini kabul ediyorum ama eğer desem ki bende akıp gidiyorum bunun içinde, dehşete kapılıyorum. Zira hayatımda meşguliyet değil de boş zaman imtihanlarıma çakılıp kalıyorum. 

İşte hayatın bu akıcılığı içerisinde kullarının savrulup gideceğini bilen Alîm Allah, ancak kendisine vahyedileni söyleyen Peygamberiyle bizlere bir şeyin farkındalığını gösteriyor ki o da hastalığın sıhhate, gençliğin yaşlılığa, zenginliğin fakirliğe, boş vaktin meşguliyete ve hayatın da ölüme ne kadar yakın olduğu ve bunların hayattaki iç içe duruşu. 

Son zamanlarda kendimde en çok hissettiğim şey ölümün yakınlığı oluyor. Bilirsiniz yani dinimizdeki ölüm ve ahiret hakkında ki ifadeler çok kere zikredilir ve öğüt verilir. Ama ölümün aklıma çok gelmesinin sebebi her ne kadar ölümle de iç içe olsak ta aslında diğer maddeler kendimizde zaman zaman yaşadığımız ya da mikro örneklerini zamanla tattığımız olaylar. Ancak ölüm herkesi bir kez vuracak. Son darbe yani… Zaten yaşadığımız devirde hastalıkla iç içe yaşıyoruz. Bu bizim için bir sorun değil artık. Bedensel sorunlar yaşamayanlar psikolojik problemlerle boğuşuyor kimi yeniyor kimi yenemiyor.

Ölümün son oluşu ve şiddeti küçük hayatlarımızdaki meşgul ve boş zamanlarımızı nasıl değerlendirdiğimizle alakalı olarak ağırlaşabiliyor ya da hafifleyebiliyor. Evet, yalnız boş zamanlar değil meşguliyetlerimizin de neler olduğunu iyice irdelemek gerekiyor bence. İyi şeylerle meşguliyetini artır ki batıl seni işgal etmesin. İyi şeylerle kast ettiklerimiz elbette hayatta kalma metabolizmamızın yönlendirdiği meşru yerler de olabilir.

Ben zannediyorum ki Müslümanın boş zamanı yoktur. Yani bizim sözlüğümüzde “boş” kelimesi olmamalı çünkü bu faydasız bir an manasında kullanılan bir kelime. Oysa biz dualarımızda faydasız olan her şeyden Allah’a sığınırız. Faydasız ilim, faydasız konuşma, faydasız meşguliyet… Yani bu boş kelimesini tatil ile de bağdaştırabiliriz bence. Bizde tatil ve boş zaman yok! Ne diyorsun kardeşim sen? Diyorum ki planlanmış disipline bir hayat var. Yapılması gereken sorumluluklardan artan zamanların insanın kendi şahsına, ailesine, arkadaşlarına, kitaplarına, fuarlara ya da belgesellere ayırdığı zamanlar olması gerekiyor.

Zira ne diyor ayette “Rahman’ın has kulları, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürüyen kimselerdir. Cahiller onlara laf attıkları zaman “selâm” der geçerler.”(Furkan, 63) Yani hayatının anlamını unutmuş ve bu hengâmede boş vermişlik taslayan insanlar onlarla iletişime geçip vakitlerini çalmaya çalıştığında bizim işlerimiz bize sizin işleriniz size derler. Okuduğum bir kitapta âlimlerin zaman hakkındaki hassasiyetleri hakkında, lavaboya giderken bile kitap müzakere ettikleri, onunla sohbet etmek isteyen kişilere güneşi yerinde sabit tutarsan seninle konuşabilirim diyerek tavır takındıkları, ilimle uğraşırken sakalından yukarıya bağladı ip ile uyuklamamaya çalıştıkları gibi çeşitli örnekler görmüştüm.

Yine Allah Teâlâ Asr suresinde de zamana yemin ederek Kur’an’da üzerine yemin edilen nadir şeylerden takdir etmiştir zamanı. Bu kelime farklı anlamlarla tefsir edilse de mutlak zaman olarak kayıtlara geçmiştir. Bu surenin ikinci ayetinde ise yemin edilen zamanın hakkı verilmediğinde kişinin hüsrana yani ahiret azabına uğrayacağı anlamı çıkartılmıştır.

Yüce kitabımızda aynı zamanda şunu da görüyoruz ki dünya hayatı onu ahirette kurtaramayan kişiler tekrar döndürülmek için rablerine yalvarırlar. Oysaki bu zamanın geri gelmesi imkânsızdır. Çünkü zamanın telafisi yoktur. Hayat zamanla iç içe ve ikinci bir hayat yok. Zaten insan geri döndürülse yine aynı insan olurdu der ayetler.

Sağlıklı ve doğru şeylerle meşguliyet, kişinin boş ve psikolojik olarak kendisini ve ahiretini mahvedecek olan günahlardan kaçınmasına da vesiledir. 

           

Alıntılar

“Düşünceler baş döndürücü doruklar gibidir. Önce seni rahatsız ederler; bir an önce aşağı inmek istersin, kendi gücüne güvenemezsin. Ama sonra hayatın karmaşasından uzakta olduğundan ve bulunduğun irtifanın ilham verici etkileriyle sakinleşirsin, adımların kararlı ve sağlam bir hal alır ve sonra daha da baş döndürücü dorukları aramaya başlarsın.” (Tesla – Aforizmalar/sf 40)

“Benim çok çalışkan olduğum söylenmiştir hep; düşünce emeğe denk görülüyorsa belki de öyleyimdir. Çünkü neredeyse bütün çalışma saatlerimi düşünmeye adadım. Ama çalışmak katı bir kurala bağlı kalarak, belli bir zamanda belli bir performans göstermekse şayet, o halde aylakların en başta gezeni olabilirim. Zorlama altında gösterilen her türlü çaba yaşam enerjisinden feda etmeyi gerektirir. Ben asla böyle bir bedel ödemedim. Tam tersine ben düşüncelerimle beslendim, geliştim.” (Tesla – Aforizmalar/sf 76)

“Beni hayatta tutan Mekke’dir. Hepsi birbirine benzer günlere, raflara dizilmiş vazolara, iğrenç bir aşevinde öğle-akşam yemek yemeye katlanacak gücü veriyor bana. Düşümü gerçekleştirmeye korkuyorum çünkü o zaman yaşamak için bir sebebim olmayacak.” (Simyacı / sf 72)

Yazımızı paylaşın..

Facebook Twitter Whatsapp’ta Paylaş Google Email Print LinkedIn Pinterest Tumblr

Ağustos 2020

Sayı: 30