Ağustos 2024 Sinan GÜN A- A+
A- A+

Medine-tül Fazıla

Medeniyetler şehirlerde kurulur, şehirlerde gelişir. Allah-u Teala elçilerini de hep şehirlere göndermiştir. Milletler gibi şehirlerin de değişip kimliğini kaybettiği bir zaman diliminde gençlerimiz şehir tercihlerini nasıl, neye göre yapacaklar?

Gençlerin sosyallik, güvenlik, iş garantisi, medeni bir yaşam… Özetle güzel bir hayat sunabileceğini beklediği şehirlerde yaşamak istediği hepimizin malumudur. Bununla beraber ahlaki-manevi bir ihtiyaçtan doğan şehir tercihleri de yok değil ama azdır. Burada ‘’ihtiyaç’’ dediğimiz kavram da kişiden kişiye farlılık göstermektedir. Birinin ihtiyaç dediği bir diğeri için olmayabiliyor. Birçok genç bir önceki nesil gibi temel ihtiyaçlarının karşılanmasını yeterli görmüyor. İsteklerini bir ihtiyaç gibi düşünüp onları karşılayabilecek yerler arıyor. Bazen yaşadığı yerin etkisi ile bir sosyal statü göstergesi olarak kabullendiği bir gereci elde edebilmek için birçok fedakarlıkta bulunabiliyor. Bazen de bu çevre ona henüz sahip dahi olamadığı paraları harcatarak geleceğini ipotek altına almasına sebep oluyor. Daha küçük şehirlerde çok geniş olan kendi insani sınırları içinde hareket ederken, büyük şehirlerde şehrin çizdiği sınırlara uymak durumunda kalıyor. Daha sonra bu sınırları insan gibi yüce bir varlığın doğal sınırlarıymış gibi kabul edip böylece yaşayıp ölen birçok insan var.  Ezcümle şehirlerde fazilet yoksa eşyanın kölesi olan milyonlar ortaya çıkıyor. Fiziksel olarak yakın ama duygusal olarak birbirinden fersah fersah uzak insanlar türeten günümüz şehirlerinde teknolojinin ışıklarına aldanarak ruhu karanlıkta kalan çok âdemoğlu var.

Şehirler de insanlar gibidir. Nasıl ki bazı insanlar kibirli, soğuk ve itici; bazı şehirler de öyle orada insanın içi daralır. Nasıl ki bazı insanlar anlayışlı, sevecen, cana yakın ve tatlı dilli oluyor. İnsan onlarla vakit geçirmeyi seviyorsa; bunun gibi kimi şehirler de alt yapı, üst yapısı ve sundukları medeniyet tasavvurlarıyla insanlara sıcak veya diğer türlü soğuk gelebilir. Yani şehirlerin de bir kişilikleri var. Bu kişiliği din, tarih, kültür birlikte oluşturmuştur. Bu nedenle bir şehrin üstü kadar altı da önemlidir. Bir şarkı sözünden alıntı yaparsak bize “her adım atışta yüreğim sızlar” dedirten, her adımda bize milli, manevi, tarihi ve kültürel değerleri anımsatan; geçmiş ile geleceği harmanlayabilmiş bir şehirde yaşamak ne güzel ne keyifli olurdu. O halde gençlerimiz şehir tercih ederken “ekonomik kaygılarla beraber; manevi olarak ölü mü, canlı mı? Şehrin mekanları ne kadar doğal? (Şehir tabiat ile kardeş mi, düşman mı?) Yaparken aslına ne kadar sadık kalınmış? Şehirdeki insan-insan, insan-doğa, insan-şehir ilişkilerindeki medeniyet algıları nasıl?” Gibi soruları kendilerine sorup cevaplarını verirlerse daha sağlıklı bir karar almış olurlar.

Müslüman girdiği kabın şeklini almaz. Bilakis gittiği yere mümin kimliği ile gider; kendi rengini oraya verir. Bu sebeple sevki ilahi bizi nereye yönlendirir bilemeyiz. Lakin nereye gidersek gidelim kendi kıymetimizle, Allah ve Rasulü’nün süsü ile gidersek orası bizim ruhumuzu kattığımız yaşanası bir yer oluverir. Bu sağlanamaz ise dünyanın en güzel şehrinde, en iyi imkanlar için de dahi bunalırız. Şehre fazilet katacak olan şey faziletli insandan başkası değildir. Yöneticisinden en sade vatandaşına varıncaya kadar, köklerinden aldığı güç ile insana yakışır yeni yaşam alanları açabilen; modern ve fıtri olan, çift kanatlı şehirler ve medeniyetler, üzerinde yaşayan insanların kimlik ve kalitesiyle meydana gelir. Başka bir deyişle “Ey Genç Adam! Uzaklarda arama, aradığın senin içinde.”                                                                                                                                  

Yazımızı paylaşın..

Facebook Twitter Whatsapp’ta Paylaş Google Email Print LinkedIn Pinterest Tumblr

Ağustos 2024

Sayı: 46