İmanlı Toplumların Şehirleri Değiştirmesi: Medine Örneği
Yaşadığımız dünya âleminde birçok şey değerini gayrından alır. Yani dünya üzerindeki nesneler, kendilerine atfedilen kıymetlerle bazen uğurlarına yaşanacak hatta ölünecek bir gaye olurlar. Örnek vermek gerekirse; Birçok kişi yüzüne bakmıyor diye sahafların birkaç liraya hatta bir kitabın yanında hediye olarak verdikleri bir kitap, sizin hayatınızı değiştirdiğinde kütüphanenizin en güzel belki de en gizli yerinde durmayı hak edecektir. Bulabileceğimiz örnekler arasında taşı gediğine koymak mesabesinde olan asr-ı saadet döneminden bir misal de zikredebiliriz. Abdullah bin Ömer’in r anh altında gölgelendiği ağaç. Abdullah’ı o kadar ağaç arasından onun altında dinlenmeye sevk eden daha çok dalı olması değil, altında nefeslenen kişinin, tüm kâinatın övünç kaynağı ve ağaçların kendisiyle ferahlandığı Hz. Peygamber aleyhisselam olmasıdır.
Şehirlerde böyledir, değerlerini oraya gelenler, yaşanan hayatlar ve olaylarla kazanırlar. Şerefu’l mekân bi’l-mekîn diye bir söz vardır, “Bir mekânın değeri orada bulunanlarla doğru orantılıdır” anlamındadır. Bir şehrin, kasabanın ve hatta köyün ismi geçtiğinde bile akla hemen isimler gelir. Hatta mümkünse o şehre o isim verilir. Yaşadığımız dünyada bir şehir vardır ki değerini gelmiş geçmiş en değerli kişiden alır. İsmini de ondan alır. Medine’tü Rasulullah. Şimdilerde çok kullanımdan dolayı sadece Medine deriz. Bunda yanlış bir şey yoktur ama bu şehir anıldığında daha gitmeden yüze vuran esinti, içinde bulunan Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’den aleyhisselam dolayıdır.
Önceleri buranın ismi Yesrib’ti. Mekke’den sonra Hicaz’ın ikinci şehri. Burası Mekke’nin 350 km. kadar kuzeyinde yer alır. Mekke’ye nazaran burası su kaynakları bakımından oldukça zengindir. Medine’nin ilk adı olan Yesrib’in buraya ilk yerleşen kişi olduğu rivayet edilen Yesrib bin Vâil’in isminden alındığı şeklinde rivayetler bulunmaktadır. İslâm kaynaklarında ise Medine’ye Tayyibe, Miskîne, Azrâ, Câbire, Mecbûre, Mahabbe, Mahcûbe, Kur’ân’da Medine için kullanılan “dâr” kelimesinden hareketle Dârü’l-Hicre, Dârü’l-Îmân, Dârü’s-Sünne, Rasulü Ekrem aleyhisselama nispetle Medînetü’r-Rasûl ve el-Medînetü’l-Münevvere gibi isimlerin verildiği görülür.[1]
Medine kelimesi Kur’an-ı Kerim'de on yerde geçmektedir. Bunların dördünde Medine şehri kastedilmektedir. (Tevbe, 101-120; Ahzâb, 60; Münâfikün, 8) Medine’nin Arapça müdûn veya deyn kökünden türediği ileri sürülür. İbn Manzûr, kelimenin “şehre gelmek, ikamet etmek, yerleşmek” gibi anlamlara gelen müdûn kökünden türediğini ve yeryüzünün yerleşmeye uygun ve kale yapılan her yerine Medine adı verildiğini kaydeder.
Bu kısa teknik bilgilerden sonra üzerinde duracağımız soru ise “Yesrib’i Medine yapan ne idi?” olacaktır. Önceleri birbirleriyle savaş halinde olan, tacirlerin uğrak bir yer diye belledikleri ve bir taraftan Yemen diyarlarından gelen Araplar ile diğer taraftan memleketlerinden kaçıp buralara sığınarak kâh para adamlığı yapan kâh Arapları birbirlerine düşman etmeye çalışan Yahudilerin yaşadığı Yesrib’i Medine yapan ne idi? Bu sorunun cevabı uzun uzadıya gidebilecek bir potansiyeldedir. Zira hicret sonrasında ilk müminlerin her birinin hayatı burayı Medine yapacak numunelerle doludur. Ancak bizler bugün bir ayet-i kerime ile iktifa edelim: “Onlardan önce (Medine’yi) hem yurt hem de iman (İslâm) evi edinen kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler. Onlara verilen şeylerden dolayı gönüllerinde bir ihtiyaç (bir sıkıntı) duymazlar. Kendilerinin ihtiyacı olsa bile, (onları) öz canlarına tercih ederler. Kim (mala karşı) nefsinin hırs ve cimriliğinden korunursa, işte onlar, kurtuluş ve saadete erenlerin ta kendileridir. Bunlardan sonra gelen (diğer bütün mü’min)ler derler ki: Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce imanla geçmiş (din) kardeşlerimizi bağışla, kalplerimizde, iman edenler için bir kin bırakma! Ey Rabbimiz! Şüphesiz ki sen pek şefkatlisin, pek merhametlisin.”[2]
Medeniyeti inşa edecek bireyin sahip oldukları nitelikler bir anlamda inşa edilecek olan medeniyetin de değerlerini de oluşturur. Buna göre Mekke’de ar-ge çalışması yapılan, Medine’de de temelleri atılan bu medeniyetin yukarıda verdiğimiz ayetlere göre kurucu değerleri şunlardır:
İman etmek,
Başkalarını sevmek,
Maddi işleri aşabilmek/diğerlerine verilenlerden rahatsız olmamak,
İsar/başkalarını kendi nefsine tercih edebilmek,
Nefsin cimriliğinden korunmak,
Önce yaşayıp yol gösterenlere dua etmek,
Mü’min kardeşlerine karşı içlerinde kin ve nefret duymamak.[3]
Bu değerlerin her biri birer yazı hatta kitap olacak kadar önemlidir. Kıymetli okuyucular! Buradaki yazımıza bu değerleri tek tek açıklamak sığmasa da bizler sözü edilen ayet-i kerime çerçevesinde bu değerleri incelemeli ve önce kendi hayatımızdaki ehemmiyetlerini sonra toplum içindeki yerlerini düşünmeliyiz. Sadece son madde yani “Mü’min kardeşlerine karşı içlerinde kin ve nefret duymamak” konusunu anlayabilirsek bizim için hayat bambaşka olacaktır.
O halde şimdi diyebiliriz ki nasıl Yesrib’i bu değerler Medine yapmışsa, yani “Zarar vermek, karıştırmak, kötülemek, başa kakmak, bozmak” gibi anlamlara gelen “serb” kökünden türeyen Yesrib’i bu değerler Medine yapmışsa önce kendi içimizdeki ve hayatımızdaki Yesrîb’i sonra da toplumumuzdaki Yesrîb’i Medine yapacak yine bu değerlerdir. Gelin bu Ayet-i Kerime’deki değerlerin hepsini sırasıyla sohbet/müzakere konusu yapıp üzerinde düşünelim. Ve birbirimize bu hasletler için dua edelim.
Yazıyı bitirirken, Yesrîb’i Medine yapan bir değerin de toplumdaki herkesin gözetilmesi olduğunu da söylemek isterim. Zira şehirdeki Yahudilerle dahi antlaşma yapılmış ve hakları korunmuştu. Nitekim kendileri ihanette bulunmasaydı Müslümanlar asla vaatlerinden dönmeyeceklerdi. Ancak bu milletin günümüzde dahi nasıl bir varlık olduğunu ayne’l yakîn gören sizlere anlatmak maksattan vareste olacaktır. Tarih olmuş ve bitmiş şeyler değildir. Yesrîb de Medine de yaşanan hayatların müsemmasıydı. Dolayısıyla tüm dünyanın gözü önünde Yesrîb karakterini gösteren katilleri lanetliyor, Medine örneğini yaşamaya devam eden onurlu Gazzelileri ise selamlıyorum.
[1] Âdem Apak, Ana Hatlarıyla Arap Tarihi ve Kültürü (İstanbul: Ensar Yayınları, 2022), 80.
[2] Feyzü’l Furkân Meâli, çev. Prof. Dr. Hasan Tahsin Feyizli (İstanbul: Server Yayınları, 2008), Harş 59/9-10.
[3] Prof. Dr. Ahmet Abay Şarkul Avsat dergisi 20 Kasım 2019 tarihli yazısı.