Mayıs 2020 Nuri ERCAN A- A+
A- A+

İbadet ve Samimiyet

İnsanın ne olduğu ve niçin yaratıldığı dünya tarihi boyunca soruşturulan mesellerden biri olmuştur. Filozoflar, hikmet adamları bu meseleler üzerinde düşünmüşler ve kendilerince cevap bulmaya gayret sarfetmişlerdir. Cevap olarak kimi zaman ilahi vahye bağlı yorumlar insanların zihnindeki yerini alırken, kimi zaman vahiyden bağımsız cevaplar neşet etmiştir. Aslında her şey ortada! Aciz bir varlık olması hasebiyle âdemoğlu her şeyi bilmek gücüne sahip değildir. Yaratılış ve hüviyet konusundaki sorulara verilen cevap ne olursa olsun hakiki bilgiyle sonuçlananların dışında kalanlar bir şey ifade etmeyecektir. Sonuçta insan yerküredeki yerini almış ve belli bir müddet yerini koruyup öbür âleme göçecektir. Kendisine hasredilen ömrün nedenselliği ve verilen nimetlerin niçinselliği sorgulanmalıdır.

Vahye aşinalık kesbetmiş her fert bilir ki insan başıboş bırakılmamıştır. Bu başıboş olmama durumunun ilk sınırlayıcı maddesi hürriyetle ilgilidir. Kendisine bahşedilen özgürlük mutlak manada bir serbestiyet sağlamaz. Hayatı boyunca ne yaparsa yapsın yaptıkları sınırlı bir irade sonucu ortaya çıkmaktadır. Dünya yüzeyinde sonsuz bir ömür sahibi değildir. Mutlak manada her şeye sahip olamamıştır. Üstelik kendisine sınırsız zaman mühleti de verilmemiştir. İstediği her şeye mani olamaz. Herşeyi yapamaz. Hatta kendi kendini bile idare edemez bir varlıktır.

Bizi muhatap kabul ederek bize takdim edilmiş kutsal bilgi,  sadece kulluk yapmak için âlemi şereflendirdiğimizi beyan buyurmaktadır. Bu olurken diğer varlıklara verilmeyen düşünme yetisi ile vasıflandırıldığımız gerçeği önemlidir. Kâinatı yaratan, her şeye rızık veren, varlığımızı borçlu olduğumuz Varlığa kulluk etmek dünyaya gelişimizin yegâne sebebidir.

Varlığın anlamlandırılması, yaratıcı ile yaratılan arasında kurulabilecek bağlarla gerçekleşebilir. Bu bağlar ibadetler ile oluşur. İbadetler amel şeklinde sonuçlanır. Ameller ise kişinin öbür âlemde varlığını konumlandıracak hasılalardır.

İbadetler dünya yüzeyinde önemli bir temsilcilik görevi üstlenmiş insanın, bu görevini nasıl yapacağını öğreten ilkelerdir. Âlemlerin sahibinin yegâne halifesi olarak hayatını devam ettirecek insan varlığının ibadetlere olan muhtaçlığı, onun doğru düzgün bir hayat sürdürmesi ve sağ salim yaratanına kavuşması için inkâr edilemez olgulardandır. Kul ibadetle maruftur. İbadet âdemoğlunun kendini kullanma kılavuzudur. Kendine uygun kulluk yöntemlerini bulamayan ya da kabul etmeyen kişiler yanlış kulluklara dûçar olarak ömür tüketirler ve sonları hüsran olmaya mahkûmdur.

Ameli salih için kuvvetli bir imana ihtiyaç vardır. Kimin emanı altına girilecek, kim kim ile güvende olacak,  kimden korkulmalı, mutlak manada kim sevilmelidir. Kime bağlanmalı, kimden kaçınmalıdır. Kalbi Allah’ın nazargahı olan tek varlık olan insan bütün bunları daha ergenlik yaşlarından itibaren tespit etmeli ve cevaplarına muknî olmalıdır. İmanı elde etmiş fertler böylece hayatları boyunca en önemli muharrikleri imanları olduğu halde ibadetlerini gerçekleştirip, ameli salihlerini elde etmeye gayret etmiş olurlar.

Amellerimizi elde edeceğimiz ibadetlerimiz aslında dünya ve ahiret saadeti sağlayan duygular, biçimler ya da davranışlardır. Yüce bir varlığı ululamamız, ona niyazda bulunmamız, söz ile ve fiziken şükür ve hamd etmemiz yanında kalbimizin ürettiği acıma, merhamet etme, sevinme, üzülme gibi duygularımızı hasretmemiz ibadet çeşitlerindendir. Yaşadığımız toplum içerisinde sosyal bir varlık olarak diğer varlıklara iyi davranmamız ve insani özelliklerin yansımasını sağlamamız da ibadetlerin başka bir yönüdür. Yine Yaratıcı ile aramızda saygı gerektiren ve hürmet icap ettiren sembollere karşı davranışlarımız da ibadetlerdendir.

İbadetler diğer varlıklara verilmeyen konuşma ve fikretme özelliğini elde etmiş varlıkların yapması gereken ameliyelerdir. Bizzat kalp ile yapılan ibadetlerin yanında söz ile ifa edilen ibadet çeşitleri de vardır. Bunlara ek olarak bedenin yerine getirdiği ibadet çeşitleri de insanı kuşatan kulluk veçheleri olmuştur. Dikkat edilirse bu azaların ibadeti insanın bütünü ile ilgilidir. Kalbin haberi ve kararı olmadan sözle ve bedenle ibadet olmaz.

İbadetlerimiz sonucunda kâr hanemize yazılacak amellerin salih amel olması,  kârın zarara dönmesini engelleyecektir. İbadetin Allah’a has kılınarak yapılmasıdır salih amel. Amellerin salih amelden sayılabilmesi için bir takım şartlar vardır. Öncelikle kalp ve lisanın güzelliği ve salahı gereklidir. Kalp ve lisan kendi aralarında çatışırsa diğer azalardan sıhhatli ve devamlı ameller beklenemez. Bu konuda Efendimiz’in beyan buyurduğu şu cümleler oldukça manidardır:

“Dikkat edin, vücutta bir et parçası vardır ki o iyi olduğu zaman bütün vücut iyi olur, o bozulduğu zaman bütün vücut bozulur. Dikkat edin, o kalptir.” (Buhari, Müslim)

Zikrimizin amellerimiz olması ya da amellerimizin zikrimiz olabilmesi konusunda gerekli olan şeyler nedir?   Bu konuda sözü merhum Zeki Soyak hocamıza bırakalım:

“Kalbi her türlü küfür, şirk ve nifaktan temizlemek gerekir. Riya, ücub, kibir, haset, öfke, tehevvür, cimrilik, israf, mal-makam ve riyaset sevgisi, hıyanet, acelecilik, inat, kabalık, hayasızlık, ümitsizlik, hafif meşreplik, anlayış kıtlığı, ibadetlere karşı gevşeklik, günahlarda ısrar, kötülüklere karşı duyarsızlık, zalimlere, fasıklara ve günahkârlara sevgi beslemek ve kötü ahlaklara kalbi bozan afetlerdendir.

İhlas, vera, takva, tevazu, cömertlik, hilm, hayâ, iffet, muhabbet, afv, kanaat, vakar, tevekkül, ülfet, vefa gibi güzel hasletlerle tezyin etmek gerekir.”[1]

Söylediklerimizle yaptıklarımızın tutarsız olması, ibadetlerimizde dikkatsizliğimize işarettir. İbadetleri niçin yaptığımızı unuttuğumuz anlamına gelir. Kime kulluk yaptığımızı dikkate almıyoruz demektir. Bu, sadece bedenen yapılan kulluk şekillerinde değil ibadetin bütün halleri ile ilgilidir. Bu söylenilenler gerçekten hayatımızda hakim ise “Alemlere rahmet olarak gönderilen”e kulak vermemiz zaruret halini almış demektir:

“Allah’a sanki onu görüyormuşçasına ibadet et. Eğer sen onu göremezsen, muhakkak O seni görür.”  (Buhari, Müslim)

Emrolunduğu gibi dosdoğru olmak, kalbin ya da ruhun emrettiğinin vücut tarafından kale alınması anlamına gelir. Tersi ise,  nefsin kalp ile çatışması ve ayrı bir yol tercih etmesini ifade eder. Zordur lakin için dışın bir olması erdemlilik anlamında önemli bir kazanımıdır. Az zamanda elde edilemez. Efendimiz aleyhisselamın bile saçlarının ağarmasına neden olmuştur. Lakin elde etmeye çalışmak vazifemizdir. Bunu yaparken tek bir kaynaktan sulanmak elzemdir. Bu kaynak kalp, söz ve beden birliğini bizlere önermektedir. Bu samimiyet anlamına gelir. Samimiyeti elde edebilmemiz, Rabbimizin şu müjdesinde vadettiklerine nail olacağımız anlamına gelir.

“Kulum bana, en çok üzerine farz kıldığım şeyleri yerine getirmekle yakınlaşır. Üzerine farz kıldıklarımızdan daha sevimli bir şey yoktur. Ki onları işleyerek daha fazla yakınlaşsın. Kulum bana nafile ibadetlerle de yaklaşmaktan geri durmaz. Öyle ki sonunda ben onu severim. Ben kulumu sevdiğim zaman ise onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı mesabesinde olurum. (Yani benim emrimle işitir, benim emrimle görür, benim emrimle tutar, benim emrimle yürür ve bana asla isyan etmez.) İstekte bulunduğu zaman muhakkak veririm. Bana sığınmak istediği zaman kendisini korurum.”(Buhari)

 


[1]   Zeki SOYAK, Ölçüler ve Dengeler,s.43

Yazımızı paylaşın..

Facebook Twitter Whatsapp’ta Paylaş Google Email Print LinkedIn Pinterest Tumblr

Mayıs 2020

Sayı: 29