Hayatında Hiç Şehirli Gördün Mü?
Ben şehirde doğdum. Şehirde büyüdüm. Şehirde yaşıyorum ama hala şehirli olamadım.
Bu şehirler sanki içinde görünmez surlarla inşa edilmiş. Ama bazen görüyoruz da. Yeri geliyor bir nehir oluyor, yeri geliyor bir otoyol. İki tarafında bambaşka hayatlar. Sokaklarında yürümek yasak değil ama ne hikmetse kimse diğer sokağa geçemiyor. Bazen kafan esiyor başka sokaklarda adımlıyorsun ama bir kaçağın gizli gizli yürümesi gibi bir his kaplıyor içini. Biliyorsun oraya ait değilsin ve seni ilk defa görenler de biliyor sen oraya ait değilsin.
İki nesildir bedenimiz şehirde ama sosyal sınıfımız dedemin yaşadığı köyde kalmış. Belki de ben öyle demek istiyorum. Çünkü dedemin kimliği belli ama babamdan bana kalan miras tam bir arada kalmışlık. Ben köylü Abdurrahman’ın torunu Bilal ama ne şehirli olabilen ne de köylü olabilen.
Hep ben diyorum ama aslında bu çoğumuzun hikâyesi. Şu koca şehirlerde yaşayan kaç şehirli gösterebiliriz ki? Nedir bizi arada kalmış yapan? Nedir şehirlilik?
Asırlar önceye gidip de bir şehre bakacak olursak şehirlinin kim olduğunu anlayabiliriz. Zanaatkârlar, tüccarlar, devlet adamları, sanatkârlar vb. yani hep entelektüel diyebileceğimiz insanlardan oluşan bir topluluk. Bir de bunların günlük işlerini yürüten köleler. Öyle köle deyip de geçmeyin. Eski hatıratları okurken fark ediyor insan. İstanbul’da yaşayan cariye bile günümüz İstanbul’unun efendilerinden daha entelektüel özelliklere sahip. Kölesinin bile bildiği yabancı diller, tanıdığı farklı kültürler, ilgilendiği sanatlar falan derken günümüz makam sahiplerinin neden şehirli olamadığını anlıyor insan.
Şehirli olmak ile şehirde yaşamanın farkı aslında asırlar öncesinde başladı. Sanayi devrimi ile büyük makinalar, büyük atölyeler ortaya çıkınca şehirdeki köleler yetersiz kaldılar. Kırsaldan şehre göç bu şekilde başladı. Gelenler artık sosyal seviye atlayacak bir meziyetle değil kırsaldaki halleri ile şehre göç ediyorlardı. Şehirde yaşayan köylüler sınıfı o gün bu gündür hayatın bir parçası oldu. Kölenin işlerini yapan ama hür olan ve bir yandan da şehir kültürüne bir köleden daha uzak olan bu sınıfa işçi dendi. Şehirliler köleleri ile birlikte yaşamaya alışkındı ama bu yeni gelenler kölelerden bile rahatsız ediciydi. Bu sebeple şehrin işlerini gören bu topluluğa şehirde yaşama hakkı bile verilmedi ve şehrin varoşları ortaya çıktı. Bugün şehirde yaşadığını zanneden çoğu insan aslında varoşta yaşadığını fark edemiyor bile.
Zamanla kölelerin yerini işçiler almaya başladı ve en sonunda bu ikilem köleliğin kaldırılması ile son buldu. Artık şehirli efendiler birlikte yaşadıkları köleler yerine varoştan gelip giden işçilere sahip oldular. Ne gariptir ki varoşun çocukları, şehirli olabilmek için koştukça şehir onlardan uzaklaşıyordu adeta. Üniversite okunuyor, makamlarda oturuluyor hatta bazen büyük paralar kazanılıyor ama bir türlü şehirli olunamıyor. Düşünsenize 2 asır önce bir cariye aşk şiirleri okumak için Fransızca öğrenecek kadar şehirli olabiliyor ama bugün kaç varoşlu tanıyorsunuz maddi kaygıdan bağımsız yeni bir dil öğrenen.
Arkadaşlar biz şehirli olamadık hatta birçoğumuz şehirli olamadığını anlayacak kadar bile bir şehirliye yaklaşamadı. Biz kölelik kaldırıldıktan sonra yeni sosyal düzende adı konmamış bir yaşamın içine doğduk. Şehirliler bize bir ad bile vermediler çünkü her an dünyayı değiştirecek kadar güçlü hissettiğimizde sırtımızdaki küfeyi daha hızlı taşıdığımızı gördüler.
Şehirde yaşıyor olmak belki birkaç asır öncesine kadar medeni olmak için yeterliydi. Artık kendinize itiraf edin! “Biz şehirli değiliz, varoşluyuz.” Biz bir saat önce büyük devletlere harekât planı hazırlayıp dünyaya yön tayin ederken bir saat sonra kafasında ev sahibiyle yarın yapacağı kira tartışmasını tasarlayan ilginç bir sınıfız. Biz varoşluyuz, duygularımızın peşinde koşacak kadar bir hayat alanına sahip değiliz. Attığımız her adımda bin bir kar zarar hesabı yapar medeniyetin bile en ucuzunu bulup ona talip oluruz.