Mayıs 2015 Mikail USTA A- A+
A- A+

Allah Yolunda

Huzur içinde bir hayatın içerisinde olduğumuz düşüncesiyle ömrümüzü saniye saniye tüketiyoruz. Öyle bir hayat ki sonsuz hezeyanlar yaşatacak şekilde kendisine pusu kurmuş. İnsanlarımızın mutluluk kriterlerine ferasetle bakabilsek nasıl bir akıbete sürüklendiğimizi anlayabileceğiz. Gözlerimiz kör, kulaklarımız sağır edilmiş hatta kalbimize ulaşıp bize neler yapmışlar?

Gözlerden hayatı esaret altına alan televizyonlarda Hz. Muhammed aleyhisselam ve mübarek ashabının Allah yolunda çektiklerini dinleyip saatlik duygusal haz yaşadıktan sonra gerisin geriye dönenler mi oluyoruz? O gün orada bulunmayı temenni edenler, bugün yapılabilecekleri düşünememesi büyük düşman şeytanın aldatması değil midir? Düşünmeliyiz.

Nüfeyr şöyle bir hatırasını anlatıyor: Bir gün Mikdad bin Esved’le radiyallahu anh oturuyorduk. Bir adam geldi. Gözlerini işaret ederek Mikdad’a şunları söyledi: “Hz. Peygamber’i aleyhisselam gören şu iki göze ne mutlu! Allah’a yemin olsun ki senin gördüğünü görmeyi çok isterdim”. Adamın sözleri benim çok hoşuma gitmişti. Mikdad radiyallahu anh o kişiye şunları söyledi: “Niçin bazı kimseler hala Allah Teâlâ’nın kendisine nasip etmediği bir mecliste bulunmayı temenni etmektedir? Eğer bu kişi Hz. Peygamber aleyhisselam devrinde yaşamış olsaydı durumunun ne olacağını kestirebilir miydi? Allah’a yemin ederim ki Hz. Peygamber’in aleyhisselam meclisinde çok kimseler bulundu. Fakat Allah onları burunları üzerine cehenneme attı. Çünkü Hz. Peygamber’e aleyhisselam icabet etmediler ve onu doğrulamadılar. Niçin sizleri, kendisinden başka Rab tanımayan ve peygamberlerinin getirdiklerini tasdik eden insanlar kılan Allah’a şükretmiyorsunuz? Zahmetleri, sıkıntıları başkaları çekmiş siz ise sefasını sürüyorsunuz. Andolsun ki Hz. Peygamber aleyhisselam, hepsinden daha sıkıntılı bir hayat geçirmiştir… 

Sahabenin kuvvetli imanı onlara öyle şeyler yaptırmıştır ki bizim anlam veremediğimiz ibret tabloları meydana gelmiştir. Allah’ın yardımıyla kısa zaman dilimlerinde, imkânsızlıkların zirvesinde meydana gelen gelişmeleri akıl izah edemiyor. Ashab üzerlerinde ölüm şimşekleri çakarken, düşmanlar gök gibi gürlerken savaş meydanlarında tereddütsüz yer alıyorlar ve “Ben sana acele ettim ki, Rabbim hoşnut olasın”(Taha, 84) diyorlardı. İman edenlerin saatlik ağlama seansları yerine uzun uzun düşünüp, Allah yolunda bana hangi görev düşer demeleri gerekmez miydi? 

Mekke’de şartların en çetin hale geldiği zamanlarda Rasulullah’a aleyhisselam inanmak ve o yolda yürümek, ancak kelleyi koltuğa alabilenlerin yapabileceği bir hal almıştı. Öyle bir zamanda meydana atılmak herkesin yapacağı bir iş değildir. İnsanlar zor zamanlarda birbirinden ayrılır. Fakat insanın nefesini kesecek, gözyaşlarını sel edecek kadar atılgan olan bu adamlar –Allah hepsinden razı olsun- yaptıkları ile kıyamete kadar gelecek insanlara bir örnek olacaktır. Allah ve Peygamberin ayrı tuttuğu bu insanları mihenk taşı yapalım kendimize. Olur ya, bize de bir iş düşer Allah yolunda!

Hz. Ali radiyallahu anh hutbesinde “Ey Nas! İnsanların en kahramanı kimdir?” diye sordu. “Ey mü’minlerin emiri, Sensin!” dediler. Hz. Ali radiyallahu anh “Biliniz ki ben her kimle döğüşmüşsem onu alt etmişimdir. Fakat insanların en kahramanı Ebubekir’di. Çünkü biz, (Bedir günü) Rasulullah’a aleyhisselam bir gölgelik yaptık. ‘Onu müşriklerden kim koruyacak?’ dedik. Allah’a andolsun ki bizden hiçbir kimse bu işe yanaşmadı. Ancak Ebubekir, kılıcını kınından çekerek Peygamber’in aleyhisselam başucunda durdu. Ona herhangi bir müşrik saldırdığında, Ebubekir de ona saldırıp püskürtüyordu” dedi.

“Yine bir gün Kureyşliler Peygamber’i aleyhisselam yakalamıştı. Birisi ona sataşıyor, kin kusuyordu. Kimisi tartaklıyor ve ‘Sen misin ilahları tek bir yapan?’ diyorlardı. Andolsun bizden hiçbir kimse Peygamber’e aleyhisselam bu durumda yaklaşamadı. Sadece Ebubekir radiyallahu anh fırlayıp kimine vuruyor, kimiyle cedelleşiyor, kimini itiyordu ve ‘Rabbim Allah’tır, diyen bir kişiyi öldürecek misiniz?’ azab olasıcalar?”dedi.

Sonra Hz. Ali radiyallahu anh abasını çıkardı. Mübarek sakalları ıslanıncaya kadar ağladı, sonra “Size Allah’a yemin verdiriyorum, Firavun’un ailesinden olan bir mü’min mi hayırlıdır yoksa Ebubekir mi?” dedi. Halk sustu. Hz. Ali radiyallahu anh “Allah’a yemin ederim ki Ebubekir’in bir saatlik ömrü, Firavun ailesinden olan müminin, yeryüzü dolusu iyiliklerinden hayırlıdır. Çünkü o imanını gizlemiş, Ebubekir radiyallahu anh ise açıkça mü’min olduğunu ilan etmişti” dedi.

Sahabe ve bizim hayatımızdaki uçurumu görmeliyiz. Hutbede ağlayan ve ağlatan sahabe de Müslüman, televizyon ekranlarında kadınlarla beraber sahabenin yaptıklarını anlatıp ağlayan da. Ebubekir radiyallahu anh de Allah yolunda, bizler de Allah yolundayız. Hayatımızı bir daha gözden geçirmeliyiz. Allah’ın adını yüceltmek için gökteki yıldızların yaptıklarından aşk, şevk, azim ve gayret almalıyız.

Muradımız gevşemiş ve rehavete kapılmış halimize canlılık kazandırmaktır. Ağlayacağız, imanı olan gözyaşını tutamayacaktır. Gözyaşlarımızın sahte olmadığını anlamak için herkes hayatına bakmalı.   

Genç Adam! Sana Hubeyb’in radiyallahu anh sözünü hayat yapmak yakışır. Hubeyb asılırken şöyle diyordu: “Müslüman olarak öldükten sonra nasıl ölürsem öleyim. Allah yolunda ölüyorum. Allah isterse paramparça olan cesedime bereket verir”.   Kardeşim! Eğer bu söz hayat olursa; düşünmekten usanmayan akla, yorgunluktan şikâyet etmeyen bedene, gevşemeyen ve kırılmayan azme, almadan önce veren, hakkını istemeden önce vazifesini yapan bir idrake ulaşırız.

Yazımızı paylaşın..

Facebook Twitter Whatsapp’ta Paylaş Google Email Print LinkedIn Pinterest Tumblr

Mayıs 2015

Sayı: 9