Başarı Değil, Muvaffakiyet
Mert, istediği makama ulaşmak için yeterli donanıma sahip değildi, ömür boyu aynı pozisyonda kalmaktansa torpilin yolunu aradı, buldu da. Neticede başardı, istediği mevkie yükseldi, herkes onu alkışladı. Ya Melike? Tüm sene üniversite sınavına hazırlanmış, gece gündüz çalışmıştı. Sınav günü ise migreni tutmuş, bu sebeple sınava odaklanamamış, yüksek bir puan alamamıştı. Ailesi bu duruma hiç memnun olmamıştı, öyle ya Melike başarısız olmuştu.
Modern dönemde mekanikleşen ve sonuç odaklı yaşamaya alışan insan için unutulmaya yüz tutmuş bir kavramdır “gayret”. Başarıyı emeğe göre değil, neticeye göre tanımlamaya başladığımızdan beri tükenişimiz de başladı. Toplumdaki yaygın kabule göre tayin edilen hedefler ve bu doğrultuda ulaşılması arzu edilen ‘netice’ olarak tanımlanan başarı, gayreti hiçe saydı. Artık sonuca ulaşmayan bir gayretin bir anlamı olmadığı gibi, gayretsiz şekilde de olsa ulaşılan neticenin kıymeti vardı. Artık Mert başarılı, Melike ise başarısızdı.
Bu yüzdendir ki geleneğimizde, bugün kullanılan “başarı” kelimesinin yerine “muvaffakiyet” tercih edilmiştir. Kelime özdür, hakikattir. Muvaffakiyet kelimesini başarı kelimesiyle takas etmekle neler kaybettik, burada onu zikredecek ne vakit var ne de anlatırken bu hüznü kaldırabilecek kalem. O yüzden bu konu bahs-i diğer. Yalnız muvaffak olmanın, Allah’ın tevkifine/rızasına mazhar olmak, bunun da neticeden bağımsız sadece niyet ve gayretle elde edilebileceğine işaret etmek kâfi.
Kalben iman etmeyip görünüşte Müslüman gibi davranan, namaz kılan münafığın Allah katında hiçbir değeri olmadığı gibi; kalben hayra niyetlenip onu gerçekleştiremeyen kişiye bu niyetinden ötürü ecir vaat edilmiştir. Çünkü olmak ve oldurmak O’na aittir. Neticeleri yaratan Allah’tır. Mülk O’nundur, yol O’nun, yolcu O’nun. Kul, fiillerinin hâlıkı değildir, eğer öyle olsaydı kendisi için arzu etmediği hiçbir şeyin gerçekleşmemesi gerekirdi. Ama görüyoruz ki kendisinin ve tercihlerinin ötesinde onun halini ve fiillerini yöneten bir güç var. O halde kişi, neticeden değil niyet ve gayretinden sorumludur.
Âl-i İmran suresi 159. ayette Allah (c.c.), “Bir işe niyetlenip azmettiğinde hemen Allah’a tevekkül et (muvaffakiyeti ondan bekle)” buyurmaktadır. Muvaffakiyet, tevekkülde gizlidir. Tevekkül ise azmedip gayret ederek neticesinde takdir-i İlahi’ye teslim olmaktan başka ya nedir?
Mesnevi’de geçen bir beyitte Mevlâna şöyle söyler:
“Tevekkülde sâlik için bir rehber vardır
Esbâba teşebbüs de Peygamber Aleyhisselam’ın sünnetidir”
O halde âyan oldu ki gayretin kıymeti de teslimiyet ve tevekküldedir. Tevekkül, kul için bir rehberdir. Ancak o, hiçbir şey yapmadan beklemek değildir. Sebeplere teşebbüs yani gayret gerekir. Bu da Peygamberimiz ’in sünnetidir. Öyle ya, “Devemi bağlayarak mı Allah’a tevekkül edeyim, bağlamadan mı?” diye soru soran kişiye “Bağla ve tevekkül et” demişti Nebî (s.a.s.)[1].
Başka bir hadis-i şerifte de Hz. Peygamber (s.a.s.), “İnsanlar hakikaten Allah’a tevekkül etselerdi Cenab-ı Hak onları kuşları beslediği gibi beslerdi” buyurmaktadır.[2] Tahirü’l-Mevlevî bu hadisi şerh ederken benzetmenin kuşlar üzerinden yapıldığına dikkat çekmiştir. Allah’ın, kuşların yuvalarının önüne hazır bir şekilde yiyeceklerini koymadığını, onların çalışıp didinip gezerek yeryüzüne saçılan tanelerle karınlarını doyurduğunu söylemiştir. O halde insanoğlunun hakiki tevekkülü, tıpkı kuşlar gibi gayret etmesi, neticesinde de Cenab-ı Hakk’a güvenmesi, O’nun kendisini zaten rızıklandıracağına iman etmesidir. Ne güzel söylemişler “Aramakla bulunmaz ancak, bulanlar arayanlardır”.
Bir de gayrette tevekkül hali var ki, dil hep lâl olmuş burada. Bir kısmı fısıldamış bu sırrı, Galib Dede’ye kulak verelim;
“Tedbîrini terk eyle takdir Hüdâ’nındır
Sen yoksun o benlikler hep vehm-i gümânındır”
Şeyh Galib
[1] Tirmizî, Sıfâtü’l-Kıyame, 60.
[2] Tirmizî, Zühd, 33.