Kasım 2011 Ebubekir Sıddık YAŞLI A- A+
A- A+

YENİ ANAYASADA İNSAN HAKLARI TEMELİ

Toplu hâlde yaşamak zorunda olan insanları birbirine bağlayan ve aralarındaki ilişkileri düzenleyen kurallar, tarih boyunca var olmuştur. Böyle kuralların tesis edilmiş olması, hem insan doğasının hem de toplumsal yaşamın bir zorunluluğudur. İnsanın sınırları zorlayıcı ve yasakları çiğnemeye karşı arzulu oluşunun, bu zorunluluğun temel gerekçesini oluşturduğu söylenebilir.

Gelenek ve görenekler gibi yazılı olmayan kuralların yanı sıra; yaşamın karmaşıklaşması ve ihtiyaçların farklılaşması; insanların ve toplumların birbirine bağımlılıklarının artmasıyla birlikte yazılı kurallar ortaya çıkmıştır. Bu kurallar bütününe de genel olarak “hukuk” adı verilmiştir.

Hukuk kurallarının temelinde değerler dünyası yatmaktadır. Bu değerler maddi ya da manevi, bireysel ya da toplumsal, dinî ya da dünyevî vb. olabilir. Değerler yasaların, gelenek ve göreneklerin ruhudur. Kurallar silsilesi olarak da adlandırabileceğimiz hukuk, toplumun aynasıdır. Herhangi bir toplumun hukuk kuralları incelendiğinde o toplumun benimsediği ya da reddettiği, yanında ya da karşısında bulunduğu değerler, açık şekilde görülebilir.

Modern toplumun karakteristik özelliklerinden biri, toplumu oluşturan ortak yazılı kuralların oluşturulmasıdır. Anayasa, yasa, yönetmelik, yönerge gibi işlev, içerik, kapsayıcılık ve toplum üzerindeki gücü yönüyle farklılıklar gösteren kavramlar ortaya atılmış olsa da hepsinin temel işlevinin, insanın değişik ortamlardaki davranışlarını düzenleme gayreti olduğu söylenebilir. Bu metin türleri arasında kapsam bakımından ve diğerleri üzerindeki etkisi yönüyle en güçlü olanı hiç şüphesiz anayasadır.

Anayasa, adından da anlaşılacağı gibi diğer metinlere kaynaklık eder; temel oluşturur. Bir benzetme ile anayasadaki genetik kod, kalıtsal olarak yasa, yönetmelik vb. metinlere geçer. “Balık baştan kokar.” atasözü ile ilişkilendirilecek olursa balığın başı anayasadır. Anayasa metnindeki iyi ve kötü yönler, kendisini daha somut şekilde yasalarda hissettirir. Bu durum, anayasanın; sağlam, sağlıklı, işlevsel ve makul olmasını gerektirmektedir. Buna göre, modern, mutlu ve huzurlu bir toplum oluşturabilmenin ön şartlarından birinin, doğru bir anayasaya sahip olmak olduğu rahatlıkla söylenebilir.

Burada sorgulanması gereken temel sorun, doğru bir anayasadan kastın ne olduğu ya da ne olması gerektiğidir. Doğruluk ifadesi, subjektif bir içeriğe sahiptir; kişiden kişiye, toplumdan topluma değişebilir. Bana göre, ona göre; bize göre, onlara göre değişebilir bir nitelik arz eder. Bu nedenle de herkes ve her kesim tarafından paylaşılan doğrulara ulaşmak, özellikle değerler dünyası açısından mümkün olmaz. Bununla birlikte bu durum, beni ve bizi, onu ve onları aşan doğruluk ölçütlerinin oluşturulamayacağı anlamına gelmez. Çok özele inilmediği sürece evrensel nitelik arz eden birtakım değerlerin belirlenmesi mümkün olabilir.

Anayasa, devletlere özgü hazırlanan yasal metinlerdir. Bir devlet ise farklı ırk ya da toplulukları vatandaşlık bağı ile birbirine bağlayan siyasal bir örgütlenmedir. Bu nedenle de anayasanın; vatandaşları, etnik yapıları ve toplulukları bir arada tutabilecek paylaşılmış gerçeklere ve doğrulara uygun yapı ve içeriğe sahip olması gerekir.

Diğer taraftan çağımızda devletlerin birbirinden tamamen bağımsız olmalarının mümkün olmadığı da görülmektedir. Buna bağlı olarak her bir devletin kendisine özgü bir anayasası olması gerekmekle birlikte bu metnin, devletlerarası ilişkilerin düzenlenmesi konusunda da birtakım kuralları içermesi ya da en azından bu ilişkileri kurmaya açık bir yapıda olması gerekir.

Bilindiği üzere Türkiye için de tarihî bir dönem yaşanmaktadır. 1980 yılında hazırlanan ve “Darbe Anayasası” olma özelliği ile hazırlandığı günden bu tarafa sürekli olarak eleştirilen bir anayasa yerine; 21. yüzyılda ülkenin ve toplumun duygu, düşünce ve değerlerini yansıtacak, istek ve ihtiyaçlarına cevap verecek, önünü açacak yeni bir anayasa hazırlanması çalışmalarının hız kazandığı bir dönemdeyiz.

Yaşanan tartışmalar ve birtakım olumsuz olaylar, her bir vatandaşımızı, her bir resmi ya da gayrı resmi kurum ve kuruluşu, anayasanın hazırlanması sürecine dikkatle eğilmeye zorlamakta; her birimize tarihî ve insanî bir sorumluluk yüklemektedir. Bu sorumluluktan kaçmak, gerçekte insanlıktan kaçmak; huzurlu ve mutlu bir Türkiye’yi kurgulama sorumluluğundan kaçmak olarak değerlendirilmelidir.

Elbette, çok kapsamlı bir konu olması nedeniyle anayasa hazırlanması sürecinin bütün boyutları ile bu yazıda ele alınması mümkün değildir. Bu nedenle, özellikle yeni anayasanın dayanması gereken temel değer ve ilkelere genel olarak değinildikten sonra “İnsan Hakları Temeli” farklı yönleri ile ele alınmış ve çıkarımlarda bulunulmaya çalışılmıştır.

Gerek Avrupa ve Amerika gerekse Asya’da gelişmiş kabul edilen ülkelerin anayasaları incelendiğinde birtakım özelliklerin ön plana çıktığı dikkati çekmektedir. İnsan hakları, demokrasi, eşitlik, adalet, katılımcılık, özgürlükler, çoğulculuk, azınlıklara saygı, esneklik, gelişim ve değişime açıklık, üretkenlik, insancıllık gibi değerler, bunların başında sayılmaktadır.

Bu değerlerin bir özelliği de, “evrensel değerler” olarak kabul edilmeleridir. Bu değerlerin içerikleri bölgesel anlamda birtakım farklılıklar göstermekle birlikte genel anlamda ortak değerler niteliği taşıdığı söylenebilir. Almanya’dan Fransa’ya, Amerika Birleşik Devletleri’nden Kanada’ya, Japonya’ya kadar çok farklı coğrafyalarda bu değerler, yoğun biçimde savunulmakta ve toplumsal ve siyasi yapılanmalarda başat değerler olarak gösterilmektedir. Yine bu değerlerin dikkat çeken diğer bir yönü ise, insan odaklı olmalarıdır.

Hiç şüphesiz bu değerler listesinin içerisinde en kuşatıcı olan ve insan odaklılığı en fazla yansıtan değer, “insan hakları”dır. Buna göre insan haklarını temel alan bir anayasanın, 21. yüzyılın anayasası olmayı en çok hak eden anayasa olduğu söylenebilir. Bir başka ifade ile insan hakları ve onun kapsamında yer alan özgürlük odaklı anayasaların, modern ve gelişmiş toplumları yansıtan ve çağın ihtiyaçlarına en iyi cevap verebilecek yasal çerçeveyi oluşturduğu belirtilmelidir.

Bir kavram olarak insan hakları, bir varlık sınıfı olan insana hasredilmiş ve onu bütün varlıkların odağı olarak gören anlayışın ürünüdür ve insana özgü imtiyazlar silsilesini ifade etmektedir. Modern toplumların ya da 21. yüzyılın gerçekleri ve gerekleri ile örtüşen bir anayasanın, insan hakları ve özgürlükleri özüne, doğru olarak yerleştirebilmiş bir anayasa olması gerekir.

Buradaki önemli sorun, “insan hak ve özgürlüklerinin doğru biçimde öze yerleştirilmesi” ifadesinden ne anlaşılması gerektiğidir. Bu sorun bir yönüyle insan hak ve özgürlüklerinin kapsam olarak doğru tanımlanıp çerçevesinin doğru çizilmesi; diğer taraftan bu çerçevenin anayasaya doğru yöntemler kullanılarak ve doğru bir şekilde yerleştirilebilmesi ile ilgilidir.

Kapsam olarak insan haklarının neleri içerdiği ile ilgili farklı kaynaklar incelenerek ana çerçeveye ulaşılabilir. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi uluslararası belgeler; farklı ülkelerin anayasaları, yakın ve uzak geçmişin sosyal ve siyasal yönlerden ele alınıp incelendiği tarih kitapları; kimi filozof ve düşünürlerin yazmış oldukları eserler; başta Kur’an-ı Kerim olmak üzere ilahi kitaplar ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin sünnet ve hadislerinin incelendiği hadis, siyer ve İslam tarihi ile ilgili kitaplar bu kaynaklara örnek olarak verilebilir.

Yaşama hakkı, kişi dokunulmazlığı, özel hayatın gizliliği, mülk edinme gibi haklar ile din ve vicdan, inanç, haberleşme, yerleşme ve seyahat etme gibi özgürlüklerin kapsamı ve gerekleri ile ilgili bilgiler uluslararası sözleşme ya da metinlerden yararlanarak ortaya konabilir. Bunun yanı sıra her bir toplumun; yaşadığı coğrafya, inanç ve değerleri; dinî ve tarihî birikimi çerçevesinde bölgesel ihtiyaçlara göre birtakım düzenleme ve eklemeler yapmak üzere hak ve özgürlüklerle ilgili bilgi ve düşüncelere ulaşılabilir. İslami kaynaklarda korunması gereken beş husus olarak kabul edilen aklın, dinin, neslin, malın ve canın korunması, insan hakları açısından temel olabilecek temel unsurlar olarak ele alınabilir.

Kısaca, gelişen bilim ve teknoloji sayesinde insan hak ve özgürlüklerinin neler olduğu ile ilgili bilgilere ulaşmak çok zor değildir. Buna göre biraz daha zor olan hak ve özgürlüklerin sınırlarını ve çerçevesini çizebilmektir. Bununla birlikte daha önemli ve asıl üzerinde durulması gereken sorun, -ki bu sorun diğer sorunların da ortaya çıkıp çıkmaması üzerinde belirleyici olan sorundur- hazırlanacak anayasaya insan hak ve özgürlüklerin nasıl yerleştirileceği sorunudur.

21. yüzyıl Türkiye’si anayasasının hazırlanmasında her adımın gerçekçi, tecrübeleri dikkate alan, 1982 Anayasası’nın eksik ve yanlış taraflarını göz önünde bulunduran bir yaklaşım içerisinde atılması önem arz etmektedir. Bu çerçevede bireyi, toplumu, devleti, uluslararası konjonktür gibi unsurları bütünlük içerisinde ele almayı kolaylaştıracak birtakım ilkeler çerçevesinde hareket edilmesi gerekmektedir.

Genel olarak anayasanın taşıması gereken temel özelliklerden biri, topluma genel bir sözleşme çerçevesi sunmasıdır. Bireysel, toplumsal, siyasal ve ekonomik yaşamın genel çizgilerini kapsamakla birlikte geliştirilmeye açık olması açısından ayrıntıya yer verilmemelidir. Detay, anayasalar açısından uygulanabilirliği kısıtlayan önemli etkenlerden biridir.  Bu nedenle, örgütsel yapı olarak devlet ile o yapının cevherini oluşturan birey ve toplumun birbirine göre konumunu ve etkileşim tarzına ilişkin temel ifadeleri içermeli; detaya girilmemelidir.

Her şeyden önce yeni anayasa, doğru bir insan, toplum ve devlet tanımı üzerine kurgulanmalıdır. Bu üç sacayağından birinin ihmal edilmesi ya da eksik tanımlanması, anayasanın uygulanabilirliğinin önünde önemli bir engel oluşturur. Aynı zamanda anayasada bu üçlünün, aralarındaki ilişkiler de esas alınarak bir bütünlük içerisinde ele alınması gerektiği belirtilmelidir. Biri diğerinin ne tahakkümüne girmeli ne de onları tahakküm altına almasına izin verilmemelidir.

İnsan, toplum, devlet üçlüsünün dengeli bir şekilde ele alınması birbiriyle zıt gibi gözüken ama gerçekte birbirini tamamlayan ya da birbirine teminat oluşturan iki kavram hak ve sorumluluktur. Dengenin sağlanması, hak ve sorumlulukların dengelenmesi ile ilişkilidir. Hakların esas alınıp sorumlulukların göz ardı edildiği yerde kaosun; sorumlulukların esas alınıp hakların göz ardı edildiği yerde ise baskı ve tahakkümün ortaya çıkacağı unutulmamalıdır.

İnsanın haklarının yanı sıra toplumuna ve devletine karşı sorumlulukları; devletin insandan ve toplumdan beklentilerinin yanı sıra insana ve topluma karşı sorumlulukları birlikte ele alındığında anlamlıdır; tamamlayıcıdır ve sağlıklıdır. Bunun yanı sıra, modern toplumlarda insan haklarının, sorumluluklarına göre daha çok öncelendiği ve önemsendiği; bununla birlikte siyasi ve toplumsal devamlılıkta önemli sorunlarla (kaos, anarşi, terör gibi siyasi;  isyan, eşcinsellik, tecavüz vb. gibi toplumsal sorunlar) karşı karşıya kalındığı göz ardı edilmemelidir. Bu nedenle, Batılı toplumlarda sergilenen bu yaklaşımın içerdiği tehditler de göz önüne alınarak “Batı’da egemen olduğuna göre doğrudur.” yaklaşımından uzak durulması; kendi toplumsal gerçeklerimiz çerçevesinde dengeli bir yaklaşım seçilmesi gerekmektedir.

Yeni anayasa öncelikle, insanı önemli bir değer olarak görmeli; insan odaklı bir anlayışla hazırlanmalı; ırk, dil, din, cinsiyet farkı gözetmeksizin her bir insanı ayrı ayrı değerli kabul etmelidir. Bu çerçevede her bir insanın temel ihtiyaçları, birer hak olarak görülmeli; anayasada bu hakların korunması ve geliştirilmesi teminat altına alınmalıdır. İnsanın doğru olarak tanımlanması, onun; biyolojik, zihinsel, duygusal ve sosyal yönleri olan; ekonomik, kültürel, sosyal yaşamla ve tabiatla olan ilişkisine dair doğru tespitlerin yapılmasına ve uygun bir çerçeveye oturtulmasına bağlıdır. İnsan açısından devletin huzur sağlamak için var olması gereken bir araç; toplumun ise var olması gereken bir ortam olduğunun altı çizilmelidir.

Anayasa, insanı, başta kendisi olmak üzere tüm bireysel ve kurumsal güç sahiplerine karşı korumalıdır. Güç sahipleri, devleti ve onun aracı aygıtlarını (mahkeme, güvenlik güçleri vb.) kendi istek ve arzularını karşılamak üzere tehdit aracı olarak kullanabilme ihtimallerini engelleyici düzenlemeleri içermelidir.

Yeni anayasada toplum, insanı anlamlı kılan, her birinin birlikte yaşama arzularının bir ürünü olarak ortaya çıkan bir unsur olarak değerlendirilmelidir. Toplumun bireyden ve devletten beklentileri, bireyin ve devletin toplumdan beklentileri ile dengeli bir şekilde ele alınmalıdır. Sağlam ve sağlıklı bir toplum olmadığı sürece ne anayasanın ne de devletin bir anlamının olacağı; insan için ise huzur ve mutluluğun tesis edilemeyeceği unutulmamalıdır.

İnsanın mutlu ve huzurlu olması açısından devlet bir araç olmakla birlikte gerek anayasanın hazırlanması, gerekse bireyin ve toplumun varlığını sürdürebilmesi için mutlaka olması gereken bir örgütsel yapı olarak görülmelidir. İnsan hak ve özgürlükleri ile toplum sağlığı açısından devlet, anayasada, bir teminat aracı olarak tanımlanmalıdır. Anayasada, devletin bir amaç değil; bir araç olduğunun altı kalın çizgilerle çizilmelidir.

Diğer taraftan, her ne kadar insanı insan olarak değerli görmesi gerekse de, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin vatandaşı olan kişilere, ayrıcalıklı olduklarını hissettiren ve besleyen bir yapıyı da barındırmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin vatandaşının; bu devletin vatandaşı olmaktan gurur duyabileceği; her türlü durumda devletini arkasında hissedebileceği birtakım özel haklara ve statüye sahip olması anayasada teminat altına alınmalıdır. Bir başka ifade ile literatürde “azınlık hakları” kavramı ile ifade edilen ama bakış açısı ve uygulama yanlışlarından dolayı çoğunluğun haklarının zaman zaman göz ardı edildiği ya da en azından baskı altına alındığı bir yapılanmadan sakınılmalıdır. Etnik, dini, sosyal ve kültürel açıdan azınlık olan kesimlerin hakları da korunmakla birlikte bu koruma, çoğunluğun rencide edilmesine zemin oluşturmamalıdır. Kısaca yeni anayasa; çoğunluğun azınlığı tahakkümü altına almasına ya da azınlığın “şımartılmasına” fırsat vermemelidir.

Diğer taraftan yeni anayasa, “birleştirici” ve “bütünleştirici” olmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti çatısı altında yaşayan farklı siyasî, sosyal, kültürel, ekonomik, etnik vb. kesimleri bir arada tutan değerlerin öne çıkartıldığı ayrıştıran unsurların ise geri plana itildiği bir yaklaşım içerisinde ele alınmalıdır. Bu çerçevede insanları ve vatandaşları bir arada tutan ortak değerler olarak dinî, millî, evrensel değerlerin korunması ve güçlendirilmesinin; inanma ve inandığını ifade etme-yaşama özgürlüğünün önündeki engeller kaldırılmalıdır.

Yeni anayasa, toplumun her kesimin ihtiyaç ve beklentilerini dikkate almalıdır. Toplumun yalnızca belirli kesimlerinin önemsenip diğer kesimlerin ise kendisini ikinci sınıf vatandaş gibi algılamalarına yol açacak bir anlayıştan uzak durmalıdır. Toplumun her kesimi kendini anayasada bulmalı ve her kesim, en az diğerleri kadar değerli olduğunu hissedebilmelidir.

Yeni anayasa, eşitlik ve adalete zarar vermeyecek bir esnekliğe sahip olmalıdır. İnsanların menfaatine birtakım yorumlamalara açık olmalı; zararına dönük yorumlara ise kapalı olmalıdır.

Bu ilkelerin dışında da birçok öneri geliştirilebilir/geliştirilmelidir. Bu nedenle, yukarıdaki önerileri de dikkate alacak şekilde toplumun farklı kesimlerinin beklentilerinin listelenmesine dönük geniş çaplı ve bilimsel çalışmaların yapılması; toplumun farklı kesimlerine kulak verilmesi büyük önem arz etmektedir. Bununla birlikte toplumsal kesimlerin de seslerini çıkarmaları, anayasayı hazırlayacak kişi ya da kurumlara seslerini duyurmak adına girişimlerde bulunmaları toplum için bir sorumluluktur. Bu sorumluluğun yerine getirilmesinde özellikle sivil toplum örgütlerine büyük görev düştüğü belirtilmelidir. Tüm basın yayın kuruluşları, sivil toplum örgütleri yeni anayasanın hazırlanmasında görev almalı; yapılabilecek her türlü tartışma anayasanın hazırlık sürecinde yapılmalı; kabul edildiği andan itibaren yetersizliği ya da yanlışlığı yorumlarına gidilmesinin önüne geçilmeye çalışılmalıdır.

Diğer taraftan, hiçbir anayasanın her yönüyle mükemmel olmayacağı; mutlaka birtakım eksiklerinin bulunabileceği göz ardı edilmeyip, hazırlık öncesinde, hazırlık sürecinde ve sonrasında toplumun nabzı ve beklentileri sürekli olarak dikkate alınmalıdır.

Son olarak, anayasa ile ilgili olarak önemle vurgulanması gereken bir yönün de, anayasanın güzelliği kadar uygulayıcıların yetkinliğinin önemli olduğudur. Çok güzel bir anayasanın yetersiz uygulayıcıların elinde kötü bir anayasa hâline dönüşeceği; buna karşılık kötü bir anayasanın iyi uygulayıcılar elinde oldukça nitelikli bir anayasa olarak değerlendirileceği unutulmamalıdır. Bir başka ifade ile yeni anayasanın iyi olabilmesi için uygulayıcıların iyi olmasına bağlı olduğu unutulmamalı; uygulayıcıların inisiyatifini kötüye kullanabilmelerine fırsat vermemesi gerektiği belirtilmelidir.

Hazırlanma çalışmaları bir süredir devam eden ve büyük ihtimalle bu hükümet döneminde uygulanmaya başlayacağı tahmin edilen anayasanın; her bir vatandaşımız, toplumumuz, ülkemiz ve devletimize; bunun yanı sıra ülkemizden önderlik ve yardım bekleyen dostlarımıza hayırlar getirmesini temenni ediyorum.

 

Yazımızı paylaşın..

Facebook Twitter Whatsapp’ta Paylaş Google Email Print LinkedIn Pinterest Tumblr