Mayıs 2006 İlkadım A- A+
A- A+

TEVFİK RIZA ÇAVUŞOĞLU BEY ile MÜLAKAT

İLKADIM: Efendim, önce sizi tanıyalım. Tevfik Rıza Çavuşoğlu kimdir?

T. RIZA ÇAVUŞOĞLU: 19.07.1949 Kayseri doğumlu, inşaat mühendisi, evli, 4 çocuk babasıyım. Akıncılar Derneği ilk ve son dönem genel başkanlığı görevini ifa etmiş kardeşinizim.

 

İLKADIM: Efendim, siz Zeki Soyak Hocaefendinin teşkilatçılık yönüne vâkıf olan insanlardansınız. Tanışmanızdan başlayarak, Hocamızın teşkilatçı yönünden biraz bahseder misiniz?

T. RIZA ÇAVUŞOĞLU: Pek muhterem abim, değerli hocam Zeki Soyak Bey’le 1966 senesinde Kayseri’de Ali Hoca Camiinde imam iken tanıştık. O günden sonra dostluğumuz pekişmeye başladı. Çok sık bir araya geliyorduk. Beraber namaz kılıyorduk, sohbetlerde bulunuyorduk. Daha sonraki yıllarda Ankara’ya Mühendislik Mektebine okumaya gittiğimizde, Zeki Abi de öğretmen olmuştu. Bu vesileyle görevini ifa etmek için İmam Hatip Mekteplerinde görev almışlardı. Kendisi ciddi manada dava insanı, gönül insanı, çok değerli, yiğit, mücahit bir insandı.

Biz Akıncılar teşkilatımızı kurduğumuzda, teşkilatlarımızı vilayet vilayet dolaşarak “Bir mücahit nasıl yetişmelidir, bir mücahit nasıl olmalıdır.” anlatan; tasavvuf dersleri, teşkilat sohbetleri yaparak bu davada kalıcı izler bırakan gönül erlerinden bir tanesidir. Çok değerli bir büyüğümüz, bir ağabeyimizdir.

Mefkûreci Öğretmenler Derneği adında bir dernek kurmuşlardı. Bu dernek, Türkiye çapında öğretmenlerimizin okullarda teşkilatlanmasında, bir araya gelmesinde çok büyük hizmetler görmüştür. Mefkûreci Öğretmenler Derneği, Türkiye’nin o günkü şartlarında Türkiye’nin pek çok il ve ilçesinde şubesini kurmuş tüm inanan öğretmenleri, bir araya getirmiştir. Bu getirişte tek dikkat ettiği nokta şudur: İmanlı bir nesil yetişsin. İman gençliği yetişsin. Bu iman gençliğine, mükemmel bir şekilde edep, hayâ ölçüleri içerisinde çok büyük hassasiyet göstermiş ve bu hassasiyet ile yürümüştür. Biz birlik ve beraberlik içerisinde bir teşkilat müntesibi olarak kendisiyle uzun yılları paylaştık. Aynı davada koştuk. Hizmeti ciddi manada çok kayda değer, değerli ilim adamıydı, gönül adamıydı. Türkiye’de eğitime çok büyük katkı sağladı.  Çok büyük önderlikler yaptı.

 

İLKADIM: Bu çalışmaları yaparken belirli bir siyasi kanala insanları yönlendirme mi yapıyordu, yoksa bütün gaye İslam, İslam’ın geleceği, müslümanların teşkilatlanması mı idi?

T. RIZA ÇAVUŞOĞLU: Gerek ben olayım, gerek Zeki Soyak Hocam olsun, bir siyasi partiye kanalize etmek değildi gayemiz. Gaye, önce inanmış bir insan modeli ortaya koymak, iman birliği içerisinde, inanç birliği içerisinde, aksiyon birliği içerisinde, disiplin birliği içerisinde meslek ve meşrep taassubu yapmadan, ila-yı kelimetullahın yeryüzüne hâkim kılınması için çalışmaktı. Bu topluluğu yetiştirmek, onlarla yekvücut olmak için bu çalışmaları yapmaktaydı.

Önce insan, imanı bütün, ahlakı bütün, bütün güzelliklere sahip olmuş kul ve ümmet olma şuurundan hareketle, Habib-i edibin razı olduğu bir ümmet yetiştirme sevdası dışında bir sevdası yoktu. Tek gayesi, önce insan deyip, insanın gönlünde Allah sevgisini, Kur’an sevgisini, vatan sevgisini, Peygamber sevgisini hâkim kılmak, ümmetin birlik ve beraberliği için mücadele vermekti. Bu yolda, kendisini sevenlerle birlikte uzun yıllar mücadele verdi. İz bırakanlardan oldu, gelip geçenlerden değil.

 

İLKADIM: Birlikte seyahatleriniz oldu mu efendim?

T. RIZA ÇAVUŞOĞLU: Zeki Bey Hocam ile çok seyahatlerim oldu. Onlarca desem az, yüzlerce desem yeridir. Gönül adamı olarak, ilim adamı olarak. Ne zaman ki bir telefon açtığımda, Hocam şuraya gidiyoruz dediğimde “yine garip buldun değil mi beni, bu garibin sesi çıkmaz dedin değil mi, hadi gel gidelim bakalım, hizmette birlikte yol alalım” diye tevazu ile icabet ederdi.

İnandığımız dava uğrunda köy, şehir, kasaba demeden, yağmur, çamur demeden, soğuk, sıcak demeden onlarca yüzlerce seyahatlerimiz olmuştur birlikte. Bunlardan bir tanesinden kısaca bahsetmek istiyorum: Bir gün telefon aldım Ankara’dan. Yakın dostlarımız dediler ki, “Türkiye’de İslamcı gençliğin bölge başkanlıkları oluşturulacak”. “Derhal” dedim dostlarıma. Yanıma Zeki Soyak Hocamı da almak istedim. Çünkü o, gönül insanıdır. Onun yol arkadaşlığına, dostluğuna doyum olmaz. Telefon açtım, “Hocam ben geliyorum”, dedim. Her zamanki tebessümüyle, güler yüzlülüğüyle, “Program nedir, Tevfik Rıza?” diye sordu, dedim ki “yengemden helalliğini alacaksın, 25 gün eve uğramayacaksın. Ona göre hazırlığını yap!”

Önce Kayseri’ye geldik, Kayseri’de İslamcı gençliğin bölge başkanlığını oluşturduk, arkasından toplantılar yaptıktan sonra da Niğde üzerinden Adana’ya vardık. Adana’da aynı toplantıları yaptık, bir gün sonra Gaziantep’e geçtik, Gaziantep’ten Kahramanmaraş, Urfa, Diyarbakır derken 25 günün sonunda Ankara’ya döndük. Birlikte geçen 25 gün boyunca zaman zaman arabada uyuyorduk. Zeytin, ekmek yedik, hiç lüksümüz yoktu. Ben, belki zaman zaman ona naz yapardım. “Hocam himmet buyurun da yiyelim, içelim” dediğim zaman “Tevfik Rıza, bu yol çileli yol, bu yol uzun yol, bu yolda bunlara katlanacağız”, derdi.

Erzurum’dan Zigana’ya geçiyorduk, Zigana dağlarından geçerken bende bir böbrek rahatsızlığı oldu. Rahatsızlığım sebebiyle birkaç saat bir kenarda bekledik. Sıcak tuğla ısıttı bana. Tuğlayı ısıttı getirdi, böbreğimin üstüne koydu. Trabzon’a indiğimizde arkadaşlarımızın, kardeşlerimizin evinde kısa bir müddet tedavi gördük.

Zeki Hocam ile yolculuk bambaşkaydı. Sohbeti başka, dostluğu başka, arkadaşlığı başka, ilişkisi başkaydı. 57 yaşına geldim, Zeki Hocam Türkiye’de gördüğüm çok nadir insanlardan bir tanesiydi. Güler yüzlü ve şefkatliydi. Dostluğu, kardeşliği ve her şeyiyle bize güven verirdi.

 

İLKADIM: Bu mücadelelerinde dünyevî bir gaye var mıydı?

T. RIZA ÇAVUŞOĞLU: Zeki Bey’in hiçbir zaman için dünyevî bir gayesi olmadı. Zeki Bey gönül adamıydı. Yani Peygamberimizin Hz. Ali kerremallahu vecheye buyurduğu gibi: “Cenab-ı Allah seni bir kişinin hidayetine vesile kılarsa şu güneşin üzerine doğup batan bütün varlıklara sahip olmandan daha hayırlıdır.” hadis-i şerifi mucibince insanların gönüllerini kazanmak için, gönüllere hitap etmek için mücadele veren bir insandı.

Dünyalık hiçbir kaygısı yoktu. Dünyalık kaygısı yoktu diyorum; zira sürgünden sürgüne gitti. Elinden müdürlükleri alındı, hiçbir zaman için kula kulluk etmedi. Kulların kapısında beklemedi. Onların çantasını taşımadı, onlara tenezzül etmedi. Makam peşinde koşmadı, dünya peşinde koşmadı. Başına gelenleri sadece Rabbinden bildi. Her şeyi de Rabbinden bekledi. Çünkü gönül insanıydı, gönül sultanıydı. Çok ihtiyaçlı duruma düştüklerinde bile hiçbir yere tenezzül etmedi. Alnının teriyle, kaleminin ucuyla Nevşehir’imizdeki firmalarda, onların muhasebelerini tutarak alın terini yemeye gayret gösterdi. Hiç ikbal peşinde değildi, alın teriyle hayatını idame ettirdi. Çünkü kendisi zaten bir vakıf insanıydı, kendisini gençliğe vakfetmiş, cemaate vakfetmiş, İslam’a vakfetmişti.

Türkiye sevdalısı bir kardeşimizdi. Çok şeyleri birlikte paylaşıyorduk. Önce insan diyorum, insanda aradığım şey Allah korkusu, Allah sevgisi, Peygamber sevgisi, Kuran sevgisi. Aynı şeyleri biz Zeki Bey ağabeyimle paylaşıyorduk. Garip geldi ve garip gitti. Kendisi “Türkiye’de üç garip var. Gariplerin genel başkanı Tevfik Rıza, ben de üyesiyim. Bir de Ankara’da Tellioğlu var” derdi.  Şimdi garip iki kaldı. En güzel garibi ahirete uğurladık. Makamı cennet olsun, gönül dostum, çok değerli bir büyüğüm idi.

 

İLKADIM: Efendim devlet adamlarıyla olan ilişkileri nasıldı? Çünkü böyle bir insan, teşkilatçı bir insan, siyasetin dikkatini çekecek bir insandı. Bakıyoruz biz 1975’de kurduğu ve 1980’e kadar devam eden “Mefkûreci Öğretmenler Derneği”nde 150 tane il ve ilçe olarak teşkilat kurmuş, siyasetçilerin, devlet adamlarının dikkatini çeken bir konumdur bu elbette. Onlara bakış açısı nasıldı? Onlarla diyalogları nasıldı?

T. RIZA ÇAVUŞOĞLU: ‘Önce hizmet’ mantığı ile bu işe bakardı. ‘Önce hizmet’ derdi. Kurduğu teşkilatını siyasî iktidara dönüştürmeyi hiç düşünmedi. Siyasi iktidar peşinde koşmadı. Sadece bu teşkilatları ile ülke insanının, güzel yurdum Anadolu’nun bütün insanlarının maddî ve manevî eğitimi için mücadele verdi. Bu güç, başkalarının elinde olsaydı onu dünyaya karşı kullanmaya gayret gösterirlerdi. Nitekim bunu günümüzde yaşıyoruz. Yani sendikaların, derneklerin bugün durumunu görüyoruz. Hangi siyasi partilerin kapılarında hangi hizmetler için yarıştıklarını biz görüyoruz. Makam-mevki peşinde koştuklarını görüyoruz. Zeki Bey bunlara hiçbir zaman tevessül etmedi.

Zeki Bey inancının gereğini, öğrenmeyi, yaşamayı, tebliğ etmeyi birinci hedef olarak aldı. Bu insan Anadolu’yu adım adım gezdi, köyleri adım adım geziyordu. Piknikler yapıyorlardı, sempozyumlar yapıyorlardı, kamp yapıyorlardı, mücadele veriyorlardı. Sırf ülke insanının manevî kalkınması için bunu yapıyorlardı.

Hiçbir siyasî iktidar peşinde koşmadı. Belirli siyasilere karşı muhabbeti, kalbî yakınlıkları mutlaka olmuştur.  Ancak Zeki Soyak kendi nev-i şahsına münhasır. Ben şu makamlara geleyim, ben şuraya şunları getireyim diye dünyalık peşinde koşmamıştır. Siyasilere raporlar sunuyordu, bildiriler sunuyordu, mesajlar veriyordu. Yazıyordu ve çiziyordu. Ülke insanının asr-ı saadet ruhuna uygun olması ona uygun hizmet programlanması için gecesini gündüzüne katan çok değerli bir insandı. O, dünyalık peşinde koşmadı, iktidar peşinde koşmadı. Bütün düzeyde derneklere, cemiyetlere, cemaatlere, vakıflara kendisini vakfetmiştir.

 

İLKADIM: Hocamla uzun müddet arkadaşlık yaptınız, Türkiye’nin her tarafını gezdiniz, dolaştınız, teşkilatlar kurdunuz. Bu zaman zarfında, Hocamın vefasıyla ilgili izlenimleriniz nedir?

T. RIZA ÇAVUŞOĞLU: Hocamın ahirete intikali ile ilk haberi aldığımda ben, Muğla Köyceğiz’deydim. Değerli mahdumu, sevgili kardeşim Nurettin Bey telefon ettiğinde saat 7 idi.  Duyunca İnna lillahi ve inna ileyhi raciun dedim ve arkasından duamı yaptım. Hayırla yâd ettim. Türkiye’de ulaşabildiğim 15 vilayetten arkadaşlarıma ulaşabildim. O dostlarımla Zeki Hocamın ahirete intikalini paylaştığımda, cidden onun değerli bir insan olduğunu bir daha anladım. Arkasında iz bırakmış, kendisini sevenler, dua edenler bırakmış, gönüllerde taht kurmuş. Telefonda arkadaşlarımla hem dua ettik hem hıçkırıklarla ağladık.

Bir insan olarak kendisine vefa etmeyenler oldu da, Zeki Beyin vefasızlığı hiç olmadı. O verdiği sözü anında yerine getirirdi. Bir vefasızlık örneği koymadı fakat ona karşı vefasızlık örneği ortaya koyanlar bizce malumdur efendim.

 

İLKADIM: Bu gezilerinizde tanıdığı kişileri ve evliyaullahın kabirlerini ziyaret ederlermiş.

T. RIZA ÇAVUŞOĞLU: Zeki Soyak Hocamızla beraber yola çıktığımız zaman arabaya oturur oturmaz, “yol emirim sensin” derdi bana. O gönül insanı, kibarlığından, güzelliğinden dolayı,  herhalde akıncılar derneği genel başkanlığından dolayı, bana reis derdi. “Şimdi reis ben miyim, O halde yol programını ver hocam” derdim.

Hadi bakayım, sigortayı yapalım, sekiz Ayetel kürsi okuyalım derdi. Sekiz Ayetel kürsiyi okurduk. Sigortayla birlikte, gitmiş olduğumuz vilayetlerde bölgelerde, beldelerde daha girerken 15’er salâvat-ı şerife okurduk. Kabir ziyaretleri yapardık. Nokta ziyaretleri yapardı. Ahirete göçmüş evliyaullahın kabr-i şeriflerini ziyaret ederdik. Ancak şunu hiç unutmayalım ki o vilayete girmeden önce 15 salâvat-ı şerifeyi mutlaka getirirdik. Ardından da oradaki büyüklerimizin kabirlerini ziyaret ederdik. Onunla çok değerli ziyaretlerimiz oldu. Dururduk böyle. Duasını yapardı. Ben de himmet hocam derdim. Sarılırdık. Böyle çok hoş günlerimiz geçerdi.

 

İLKADIM: Çok güzel bir metot verdiniz efendim. Efendim şimdi Zeki Hocam sizden yaş olarak büyük olmasına rağmen sizin bir teşkilat başkanı olmanızdan dolayı arabaya bindikleri zaman size tabi olduğunu, fakat siz başkan olarak ona emredip araç komutasını size veriyorum deyince artık vazifeye başlıyor.

T. RIZA ÇAVUŞOĞLU: Vazifeye başlardı. Arkasından bu durmazdı, bizim sigortayı yaptıktan sonra da günlük görevlerimiz vardı. Akıncı at üzerinde dahi görevini ifa eder. Biz sigorta haricinde görevlerimizi de yaparak giderdik. Gece olduğu zaman teheccüdü arabada kılardı. Yoldayız, dağın başındayız battaniyeye sarılırdı. Hiç unutmuyorum, hiç de gözümün önünden gitmiyor. Battaniyeye sarılırdı teheccüdü oturduğu yerden kılardı. Arkasından da arabada mütemadiyen zikre devam ederdi.

“Hocam, sen zikre devam et ben de arabayı sürmeye” derdim.

 

İLKADIM: Sünnete bağlılığı o yolculukta dahi hissediliyor muydu?

T. RIZA ÇAVUŞOĞLU:  Bir kere Zeki Soyak Hoca denilince aklımıza şu gelmeli arkadaşlar. Zeki Soyak Hoca Asrısaadet ahlakını kendisine hedef almış bir mümindi. Asrısaadet ahlakını öğrenmeye, yaşamaya gayret gösteren bir mümindi. Aynı zaman da bunları anlatmakla kendisini yükümlü kılan da bir öğretmendi. Gönül adamıydı. Hem onu öğreniyordu hem öğrendikleriyle de amel edip amelini de artırıyordu ve insanlarla paylaşıyordu.

Zeki Soyak Hoca, önce iman ve amel diyen; bunları hayatına belli bir disiplinle uygulayan; meslek, meşrep taassubu yapmadan bütün bu hassasiyetini ortaya koyan çok değerli bir insandı. Gönül insanıydı.

 

İLKADIM: Efendim bu ziyaretlerinizde hastalıktan, rahatsızlığından şikayetlendiği oldu mu?

T. RIZA ÇAVUŞOĞLU: Zeki Hocamın her türlü olumsuzluklar karşısında bir şikâyetini duymadım. Belli odak noktaları tarafından çok rahatsız edildi. Çok mağdur edildi. Mağduriyetlerinin karşısında hep sabır diledi. Hiçbir şikâyette bulunmadı. Şimdiye kadar hastalığı esnasında da ben, en ufak bir şikâyetinin olduğunu duymadım. Şahit olmadım. O, “ne gelirse Allah’tan Tevfik Rıza” derdi.

Ben bütün gün dostlarımıza, Zeki Soyak Hocamın hayatının örnek alınmasını söylüyorum. Çünkü örnek bir ağabeydi, örnek bir babaydı, örnek bir mücahitti, örnek bir yiğit insandı. Asrısaadet yolunun yolcusuydu. Avize-yi Muhammedî’den feyiz alan Allah dostlarının başında gelirdi. Fevkalade, tavizsiz, güzel bir insandı. Tekrar ediyorum avize-yi Muhammedî’den feyz alan gönül sultanlarının arasındaydı, yanındaydı, başındaydı. O kadar değerli bir insandı. Tek gayesi kul ve ümmet mertebesine ermekti. Hizmet etmekti ve de böyle oldu. Hiç dünya peşinde koşmadı, hizmetini yaptı.

Suya atılan bir taşın etrafında hâleler oluştuğu gibi, bulunduğu Nevşehir’den bütün Türkiye’yi kuşatacak tarzda, tasavvuf edebine yani asrısaadet ruhuna uygun bir şekilde gençliğin, insanlığın yetişmesi için her türlü gayreti gösterdi. Örnek alınması gereken en güzel insanlardan birisidir.

 

İLKADIM: Bu yolculukta namaz adabına riayeti nasıldı efendim? Vakti geciktirme gibi bir özelliği var mıydı hocamızın?

T. RIZA ÇAVUŞOĞLU: Çok olağanüstü bir şey olmazsa mutlak şekilde cemaatle namaz kılmaya dikkat ederdi. Olmazsa ikimiz cemaat olurduk. Vakit girince hemen hazırlığımızı yapıyorduk. Zaten hemen hemen % 90 hazır olurduk. Çünkü vasıtamıza bindiğimizde, gün boyu abdestsiz yere basmamaya özen gösterirdik. Zeki Hocam, bu hassasiyeti de gösterenlerin başındaydı. Ya hazırdık ya da hemen hazırlığımızı yapıp ya birlikte veya meskûn bir mahaldeysek ve cami yanından geçiyorsak camide, cemaatle birlikte namazımızı kılmaya gayret ederdik. Cemaat ruhuna inanmış bir insandı. Hem cami cemaatine hem de yeryüzünde olması gereken İslam cemaatinin varlığının oluşmasına katkı sağlayacak kadar ilim, edep, hayâ sahibi, gayret sahibi bir insandı. Namazdan da hiç taviz vermezdi. Namazı da cemaatle kılmaya gayret gösterirdik. O sünneti hiç terk etmezdi. Çok değerli bir insandı.

 

İLKADIM: Peki efendim sosyal hayatta hediyeleşme durumu nasıldı?

T. RIZA ÇAVUŞOĞLU: Zeki Hocam hediyeleşmeyi severdi. Ziyaretleşmeyi severdi. Bu konuda bizatihi ben de örnekleri vardır. “Çam sakızı çoban armağanı Tevfik Rıza” der, küçük bir şey de olsa hediye getirirdi. Biz de imkânlarımız olduğu takdirde hediye getirirdik. Hediye vermeyi severdi. Hediye alma gönül almaktır, ısındırmadır. Kardeş kazanmadır. Zemin hazırlamadır. Hediyeleşmek dost kazanmak demektir.

Asrısaadette olduğu gibi o günden bugüne bu yolu takip eden çok değerli ilim adamlarımızın, önderlerimizin hocaefendilerimizin bunu yaptığını görüyoruz. Hocaefendimiz de bunlardan bir tanesiydi. Bunu yapardı. Küçük de olsa hediye alırdı. Çocukları sevindirirdi. Gençleri sevindirirdi. Gittiği dostlarını sevindirirdi.

 

İLKADIM: Tam bir dava adamıydı.

T. RIZA ÇAVUŞOĞLU: Tam bir dava adamıydı. Tam bir tevekkül ehli idi. 1993 senesinde Nevşehir’e gidecektik. Orda bir miting varmış. Zeki Hocam, ben ve üç çocuğum birlikte mitinge Kayseri’den Nevşehir’e gidiyoruz. Kalaba yakınlarında o gün asfaltta buzlanma varmış. Proje adamlığı, dert adamlığından ve Adnan Kahveci’den bahsediyorduk. Sanırım arabada 150-160 km hız vardı. Araba buzada kayma yaptı. Cenab-ı Allah bizi karşıdan gelen kargo arabanın altından korudu. Kargo araba geçtikten sonra arabamız, Kayseri yönüne dönüş yaptı ve takla atmaya başladı. Zeki Hocamla birlikte şehadet getirerek arabanın içerisinden sağ salim çıktık. Arkasından onlar hemen hastaneye getirildi, beni de akabinde hastaneye getirdiler.

“Cenab-ı Allah bizi hizmet için ayakta tutuyor, daha pek çok hizmet yapacağız inşallah, Tevfik Rıza!” dedi.

Tevekkül ehli, çok değerli bir dava adamıydı. Allah gani gani rahmet eylesin, mekânı cennet olsun. Allah bize onu ahirette şefaatçi eylesin.

 

İLKADIM: Tedbiri hiçbir zaman elden bırakmayan bir hali vardı. Mütevekkilliğin yanında tedbiri de mutlaka yerine getirirdi. Fakirlik hakkında görüşleri nasıldı sizce Zeki Hocamın?

T. RIZA ÇAVUŞOĞLU: “Bir insanın İslam’dan nasibi yoksa o kişi fakirdir. Ama İslam’la tanışmışsa, Allah’la barışıksa o insan zengin” derdi. Dünyaya rağbet etmezdi. Atım olsun, arabam olsun; katım olsun, yatım olsun ağzından hiç duymadım. 35 yıllık beraberliğimiz oldu. Koştuk, aynı arabayı paylaştık, aynı ranzada sırt sırta yattığımız oldu. Hiçbir zaman için lüks adamı olmadı. Zengin olayım, şöyle olayım, böyle olayım derdi yoktu. “En büyük zenginlik bizim zenginliğimiz Tevfik Rıza!” derdi.

“Herkes miras bırakmaya çalışıyor, biz de gençliğe bir şey bırakmaya çalışıyoruz. En büyük zenginlik, Allah’ın yolunda yürümek, Allah’ın razı olduğu hizmetleri deruhte etmek, Allah’ın verdiği malı insanlara vermektir. Asıl fakir bunu yapamayanlardır” derdi. Bu ifadeleri kullandığına çok şahit oldum.

“Bu yolda insanın atının olması, arabasının olması, katının, yatının olması zenginlik değildir. Bak, elhamdülillah bugün yolda gidiyoruz, davayı anlatıyoruz. Müslümanları ziyaret ediyor, konuşuyoruz. Bundan daha mükemmel, daha büyük zenginlik olur mu? Asıl fakir İslam’dan haberi olmayandır” derdi.

 

İLKADIM:Peki efendim, siyasete ve siyasetçilere bakış açısı nasıldı?

T. RIZA ÇAVUŞOĞLU: Elbette müslümanların siyaset yapmasından yanaydı. İslamın sadece ibadetten ibaret olmadığının şuurundaydı. İslam’ın bir devlet anlayışı, bir siyaset anlayışı, bir hukuk anlayışının olduğunu ifade eder ve her sahada olduğu gibi bu alanda da insanların yetişmesi için hem dua eder hem de sınırsız gayret gösterirdi.

Türkiye’de İslamî manada siyasî organizasyonların güç ve kuvvet bulmasında çok büyük hissedardır. Cemiyetiyle, teşkilatıyla birlikte bunun çilesini çekerek büyük katkılar sağlamıştır. Çok büyük mücadele vermiştir. Ama hiçbir zaman kendisi buralardan şahsen istifade etme yoluna gitmemiştir.

 

İLKADIM: Efendim davete icap adabı nasıldı hocamızın?

T. RIZA ÇAVUŞOĞLU: Çok önemli bir noktaya temas buyurdunuz. Meşru olan bütün davetlere icabet ederdi. Fakir demezdi, fukara demezdi. Yalnız demezdi. Hasta demezdi. Yeter ki sünnete uygun bir davet olsun. Bütün güzelliğiyle, hassasiyetiyle davete icabet eder ve zamanında gelirdi. İşin külfet olmaması için her türlü gayreti gösterirdi.

En çok da davet etmeyi de severdi. “Hoca evinden aş çıkmaz” derler ya Zeki Hocaya göre söylenmiş söz değildir. Zeki Hocanın sofrası açıktı. Evi açıktı. Evi Erkam’ın eviydi. Sohbetler yapılır, yatılırdı kalkılırdı. Tekrar sohbetler yapılırdı. Yenir ve içilirdi. Yani asrısaadetteki örnek evlerden biri olduğunu söyleyebilirim. Çünkü biz müteaddit defalar birlikte olduk. Çok fedakâr bir ağabeydi. Yemezdi, yedirirdi. Yedirmeyi çok severdi. Cömert bir insandı, gönlü de eli de cömertti. Onun da evini Allah bereketlendiriyordu. Bazen sofrasında envai çeşit şey bulunurdu. Fevkalade gönül dostu bir insandı.

 

İLKADIM: İlim ehline önem verir miydi?

T. RIZA ÇAVUŞOĞLU: İlim ehline son derece ehemmiyet verir, ilim adamlarını dinler, onları okur, onları ziyaret eder, onlarla meşveret ederdi. Bu bunların çoğuna şahit oldum. Bizim çok çeşitli komisyonlarımız, ilim heyetlerimiz olmuştu. İlim heyetlerinin hepsinde Zeki Hocam yer almıştır.

Her zaman için dinlemeyi çok severdi. Üzerine söz söylenmesi gereken konu varsa o zaman uygun bir lisan ile konuyu arz ederdi. İlme ehemmiyet verirdi. İlim adamlarına da ehemmiyet verirdi. Çok saygılı bir insandı. Hiçbir zaman için kaynağı, dayanağı olmayan bir konuşma yapmazdı. Görüş beyan etmezdi. Hiç nefsinden konuşmazdı. Ben şahidim. Konuşmasından insanların faydalanacağını mülahaza ederse o takdirde kendi düşüncelerini aktarırdı. İlim adamlarını kaynak göstererek, o değer verdiği insanların sözlerine kendi düşüncelerini de katarak anlatırdı. Hiç nefsî bir olayına şahit olmadım.

 

İLKADIM: Mazlumlara karşı davranışı nasıldı?

T. RIZA ÇAVUŞOĞLU: Çok şefkatliydi. Ben şahit oldum. Sohbetlerimizde biz bunları konuşurduk. Zaten biz bir araya geldiğimiz zaman konuştuğumuz şey davaydı. Bizim aramızda ticaret konuşulmazdı. Çünkü ticarî bir kaygımız yoktu. Biz dünya müslümanlarını konuşurduk. Fas’tan, Tunus’tan, Cezayir’den bahsederdik. Gittiğimiz yerlerde, Afganistan’dan, Eritre’den Mora’dan, Çad’dan, Bosna’dan yani yeryüzündeki ezilen müminlerden, müslümanlardan bahsederdik. Onların huzursuzluğundan yakınırdık, onlara bir şeyler yapamamamın acziyeti içinde olduğumuzu anlardık. Düşünürdük. Anlatırdık. Konuşurduk. Onlara müslüman bir elin uzanamamasından endişe ederdik. Ah şu varlığımız olsaydı da, şu imkânlarımız olsaydı da şunları şunları yapsaydık, şuralar şuralara gitseydik diye günlerce aylarca projeler üzerine tartışırdık. Konuşurduk. Mücadele verirdik. Anlatırdık. Yani mazlumun, mağdurun, garibin dostu bir insandı Zeki Abi...

 

İLKADIM: Bütün insanlar bir fetret dönemi yaşadılar efendim. Toplumlar da fetret dönemi yaşadı. Zeki Soyak hocamın bu 30 yıllık arkadaşlık, kardeşlik döneminde yaşanan fetret dönemlerinde insan motive etme durumu nasıldı.

T. RIZA ÇAVUŞOĞLU: Zeki abiyi başlangıçta nasıl tanıdıysam odur. Tam bir kâmil müslüman olarak tanıdım. Kamil bir müslüman olarak birlikteliğimiz devam etti. Benim ölçülerime, benim gözlemlerime göre tam manasıyla örnek alınacak bir mihrap ehliydi. Bir minber ehliydi. Bir önderdi, bir liderdi. Bir otoriteydi. Hal ehli güzel bir insandı. Sadece Zeki Soyak değildi. Zahiren fevkalade Allah dostlarının yanındaydı arasındaydı, başındaydı diye bir ifade kullandım. Bu ifade Zeki Hocam için çok büyük bir ifade değil, hak ettiği bir ifadedir. Edep ve hayâ yüklü bir insandı. Güzel bir insandı. İnsanlara Zeki Hocamla birlikte varırdık, hediyeleşirdik. Geçmişi ne olursa olsun tebliğ yapardık. Konuşurduk, İslam’ı anlatırdık. Yani hiçbir zaman insanları kamplara, fırkalara meşreplere bölmezdik. Bütün insanları ziyaret ederdik.

O insanlara asrısaadet İslam’ının o güzelliklerini, Erkam’ın evindeki hizmetleri anlatmaya çalışırdık. Onları kazanmaya çalışırdık. Onlarla birlikte yürümeye gayret gösterirdik. Bunun da çok çilesini çekmiştir. “Ne olacak bu milletin hali Tevfik Rıza? Ne olacak müslümanların hali?” derdi. “Ah, şöyle bir gücümüz olsa da bir yardımcı olsak” derdi.

Fevkalade güzel düşünceleri vardı. Onun için bütün dönemler de, insanların yanlışlarına bakmadan, onların yanlışlarını görmeden, onları doğruluğa, güzelliğe davet etmiştir. Güzellikle mücadele vermiştir. Ancak tam arzu ettiği noktada bir nesil meydana gelmişken göremeden gitti. Çünkü onun çok büyük bir arzusu vardı. Türkiye’de hak hâkim olsun, ilkokulun temeline amentü konsun. Amentüsüz bu iş olmaz, derdi. 

İlkokulun temelini amentü korsak, doktoru da, mühendisi de, valisi de, askeri de, vatan için çalışır çabalar. Çünkü vatan sevgisinin kaynağı da imandır. “Nesil imanlı olacak ki, vatanına, milletine, devletine, insanlığa ve İslam’a hizmet etsin” derdi. Bizim temel felsefemiz buydu. “Bütün bunlarla birlikte, bu mücadeleyi kardeşlik ruhu içerisinde yapalım” derdi.

Fakat o çok arzu ettiği güzel toplumu, o güzel toplumun tahakkukunu, o mükemmel nesillerin yetiştiğini görmeden gitti. Ama elhamdülillah iz bıraktı gitti. Tohum ekti. İnşallah o tohum büyüyecek. Hizmetleri bıraktığı yerden, bütün kurum ve kuruluşlarıyla, bütün müesseseleriyle, bütün güzelliğiyle devam edecek, daha nice güzel mesafeler katedecektir. İnşallah onun kemiklerini, onun ruhunu incitecek hiçbir harekette bulunulmayacak, bu hareket yürüyecektir. Bu hareket yürüdüğü müddetçe o da orada ebediyen rahat edecektir. İnanıyorum ki:

Eve akın var akın

Küfrün zevali yakın

Küfür bin yıllık ocak

Ve elbet yıkılacak.

İnşallah küfrün yıkılması, hakkın ikamesi, imanın terennüm etmesi, güç ve kuvvet bulması onun açmış olduğu bu güzel çığırdan devam edecektir. Hedefine inşallah ulaşacaktır. Allah gani gani rahmet eylesin. Tekrar tekrar ne kadar dua etsek az. Çünkü o duaların en güzelini hak eden bir ağabeydi, bir insandı, bir gönül insanıydı.

 

İLKADIM: Zeki Soyak Hocamız ölüm döşeğinde bile son anına kadar hep hizmeti hayal etti, hizmette bulunmayı arzu etti. Bizler hizmet heyecanımızı kaybedersek, bu heyecanı tekrar tazelemek için alimlerimiz de çevremizde kalmayınca ne yapabiliriz?

T. RIZA ÇAVUŞOĞLU: Makamı cennet olsun. Zannediyorum vefatından 15 gün önce ziyaretimde bile bana dava şuuru verdi, benimle bazı şeyleri istişare etti. Bazı şeyleri tartıştı. Fevkalade hizmet yüklü, cihat yüklü bir insandı. Tek kelimeyle kalite bir insandı.

 Ne yapmamız lazım;  Erkamın evine dönmemiz lazım, okumamız lazım, okumamız lazım, okumamız lazım... Varılması gereken noktaya ancak okuyarak gideceğiz Konuşarak gideceğiz.  Sohbetlere gideceğiz. Erkamın evini canlandırmamız lazım. Erkamın evini, evlerini asrı saadette olduğu gibi canlandırmamız lazım. Bunu canlı tutmamız lazım.

Kuran ve sünnet çizgisinde, evliyaullahın tavsiyesi istikametinde, büyüklerimizin, mihmandarlarımızın, öncülerimizin tavsiyeleri istikametinde, onlar bizi görüyorlarmış gibi onlar yanımızda oturuyorlarmış gibi vazifelerimizi ifa etmemiz lazım. İfa edersek inşallah kurtuluruz. Yani özet olarak İslamı öğrenmeye çalışmalıyız. Yaşama gayreti göstermeliyiz. Hikmetle tebliğ etmeliyiz. Bunu yaparken de kendimizi mükemmel yetiştirmeliyiz. Erkamın evlerine canlılık kazandırmalıyız. Basına, yayına, bütün görsel iletişime ehemmiyet vermeliyiz. Çok sık bir araya gelmeliyiz. Cemaat ruhundan cemiyet ruhundan ayrılmamalıyız. Haftalık sohbetler, aylık bölge sohbetleri vs yaparak bu birlikteliğin devamlılığını, daha mükemmel olmasını sağlamalıyız. İllaki bir araya gelinecek. Yani iman birliği, inanç birliği, aksiyon birliği, disiplin birliği, meslek ve meşrep taassubu yapmadan, ila-yi kelimetullahın tahakkuku için, cemaat ruhu için bir iman yuğuru oluşturmamız lazım. Bu iman yuğurunun da erkam evindeki hizmetlerle şekilleneceği kanaatindeyim. Buna ehemmiyet verirsek başarılı oluruz. İnşallah çok sık bir araya gelelim, sünnete sıkı sarılalım, Kur’an’a sıkı sarılalım, o zaman muvaffak oluruz. Daha mükemmel noktaya doğru gideriz.

 

İLKADIM: İnşallah efendim. Allah razı olsun

Yazımızı paylaşın..

Facebook Twitter Whatsapp’ta Paylaş Google Email Print LinkedIn Pinterest Tumblr