TASAVVUF / Dua
Şubat 2018 Cemil USTA A- A+ Sesli Dinle    |  
Sesli Dinle    A- A+

TASAVVUF / Dua

İnsan, kulluk için yaratılmıştır. Kulluktan bahsedilen bir yerde de duâdan bahsetmemek mümkün değildir. Zira duâ, Allah ile kul arasında mânevî bir bağdır. Duâ; kulluğun özü, Rabbe yönelişin adıdır. Duâ; gurur, kibir ve benliği Hakk’ın kapısında terk edebilmektir. İnsanın kendi âcizliğini ve fânîliğini itiraf ederek ilâhî rahmetten merhamet ve yardım dilenmesidir.

Nitekim ilk insanlar olan Adem -aleyhisselâm- ve Havvâ vâlidemiz ayaklarını cennetten kaydıran hatalarından sonra yeryüzünde şu duâ ile Cenâb-ı Hakk’a ilticâ etmiş ve neticede ilâhî affa mazhar olmuşlardır: “… Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyân edenlerden oluruz.” (A‘râf, 23)

Cenâb-ı Hak, duâsız bir kul istemediğini bildirerek şöyle buyurmuştur: “(Ey Peygamber!) De ki: Sizin duâ ve niyazlarınız olmadıktan sonra Rabbim size ne diye değer versin? (Yani siz ne işe yararsınız?!)” (Furkân, 77) Diğer taraftan Cenâb-ı Hak: “…Bana duâ ediniz, size icâbet edeyim…” (Mü’min, 60) buyurmaktadır.

Bu sebeple insanlığa rahmet olarak gönderilen bütün peygamberler ve Hak dostları; darlıkta ve bollukta, ıstırapta ve sürurda, gönüllerini dâimâ Hak Teâlâ’ya döndürmüşler ve bir niyaz ikliminde yaşamışlardır. Onların duâ ve niyâza hasredilmiş ömürleri, duâ hâlinin bir mü’minin rûhunda nasıl sürekli kılınacağının da bir göstergesi mâhiyetindedir.

Zaten gerçek bir dînî terbiye de duâ hâlini mü’minin rûhunda sürekli kılmayı hedefler. Zira duâda; acziyet ve hiçliği îtiraf, kulluk, tevâzu, boyun bükme, teslîmiyet, tevbe, hamd, tesbih, tevhid, tekbir, tâat ve benzeri birçok bedenî ve kalbî ibadet gizlidir.

Nasıl ki her kapıdan talepte bulunmanın ayrı bir şekli ve usûlü varsa Allâh’a duâ ve niyâz etmenin de bir âdâbı vardır.

Bu sebeple mü’min, her şeyden önce acziyetini müdrik bir şekilde huzûra durmalı, teslîmiyet ve sükûnetle boyun eğmelidir. Yöneldiği kapının her ihtiyacı karşılamaya gücünün yeteceğini bilmeli, fakat Rabbinden dâimâ “hakkında hayırlısı”nı istemelidir. Zira kul, kendisi hakkında neyin hayır, neyin şer olduğunu her zaman bilemez.

Bizlere duâyı yaşayışıyla en güzel sûrette tâlim eden hiç şüphesiz ki Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’dir. Dolayısıyla bilhassa Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in mübârek ağızlarından çıkan duâ ifâdeleriyle Allâh’a yalvarmaya îtinâ göstermek lâzımdır. Zira nebevî duâlar, Allah Teâlâ’ya ulaşan yolları daha iyi bilirler!

Meselâ Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in, gözyaşları içinde ve ayakları şişinceye kadar kıldığı namazlara ilâveten acziyet duyguları içinde Cenâb-ı Hakk’a sık sık yapmış olduğu ilticâlardan biri şöyledir:

“Allâh’ım! Senin gazabından rızâna, azâbından affına ve senden yine sana sığınırım! Seni lâyık olduğun şekilde medhü senâdan âcizim! Sen kendini nasıl medhü senâ etmişsen öylesin!” (Müslim, Salât, 222)

Yazımızı paylaşın..

Facebook Twitter Whatsapp’ta Paylaş Google Email Print LinkedIn Pinterest Tumblr