SANAT VE SANAT EĞİTİMİ ÜZERİNE
Yüce Yaratıcı insanı, eşref-i mahlukat olarak tanımlamakta, en güzel şekilde yaratıldığını belirtmektedir. Yine Kur’an insanın dikkatini doğaya, kainata, insana, bitki ve hayvanlar alemindeki düzene çekerek, nasıl bir ahenk ve estetik üzerine inşa edildiğini düşünmeyi emretmektedir. Gerçekte bu yönleniş ile birlikte Yaratıcı, tüm insanların bu güzelliği yaratan varlık olarak kendisini anlamalarını, tanımalarını arzu etmektedir.
Ancak Kur’an’ın bir takım ayetlerinde “bakmak”la “görme”nin farkına da dikkat çekilerek insanların idrakine yönelindiği anlaşılmaktadır. Baktıkları halde görmeyen, işittikleri halde anlamayan bir zümreden bahsedilmektedir. Bu yönüyle, normal şartlarda insanların; bakma, algılama, görme, anlama, idrak etme ve şükretme/zikretme şeklinde bir eylemler silsilesini tamamlamalarının gerektiği vurgulanmaktadır. Bir başka ifade ile bu yeteneklerle donatılmış halde ve en güzel biçimde yaratılan insanın, bu yeteneklerinin ortaya çıkmasının/çıkarılmasının önemi ve gerekliği anlatılmaktadır. Bunun en temel yolunun ise eğitim olduğu söylenebilir.
Eğitim yoluyla insanların, yaratılışları ile beraberlerinde getirdikleri gizli güç ve yeteneklerin ortaya çıkarılması, geliştirilmesi ve disipline edilmesi sağlanabilmektedir. Buna göre insanların farklı yeteneklerinin gelişmesi, güçlenmesi ve disipline edilmesi; böylelikle çevresindeki varlık ve olayları doğu algılayabilmeleri için eğitime muhtaç oldukları söylenebilir. Bütün ilahi kitapların, peygamberlerin gönderilmelerinin de ana gayelerinden biri, insana hem kendisini, hem çevresindeki varlık ve olayları hem de bütün bunların yaratanı tanımalarını, anlamalarını, idrak etmelerini sağlamaktır. Bir bakıma güzel bakabilme ve güzele bakabilme, güzel görebilme ve güzeli görebilme, bunun sonunda da güzel üretebilme ya da güzel olabilmeyi öğretmektir, bütün dinlerin ve peygamberlerin amacı.
Günümüzde güzellik ile yakın ilişki içerisinde kullanılan kavramların başında “sanat” ve “estetik” kavramları gelmektedir. Sanat; güzelin, güzel bakabilmenin, güzeli görebilmenin ve ortaya çıkarabilmenin, ardı sıra da güzel olabilmenin önemli bir vasıtası olarak kabul edilmektedir. Estetik ise, sanatsal bir yapı ya da üründeki ahenk, düzen ve uyum yerine kullanılmaktadır.
Sanat ruhunun ortaya çıkarılması ve geliştirilmesi, sanatçı bir kimliğin oluşturulması; gücü yettiğince sanat yapabilen ya da en azından bu yoldaki gayretlere saygı duyup destek veren bireylerin yetiştirilmesi, başlı başına bir eğitim sorunudur. Bu sorunla mücadele edebilmenin yoluna ise genel olarak “sanat eğitimi” adını vermek mümkündür. İnsanlara verilecek sanat eğitimi ile onlarda zaten var olan sanatsal duygu ve düşüncelerin, yeteneklerin belirlenmesi, ortaya çıkarılması, geliştirilmesi ve faydalanılabilir hale dönüştürülmesi amaçlanır.
Bu bakış açısından hareket ederek sanat eğitiminin, din eğitimi ya da dînî eğitimle ilişkili olduğu söylenebilir. Nihayetinde dinler de insanlardaki iyi yönlerin ortaya çıkarılıp işlevselleşmesini amaçlamaktadır. “Allah güzeldir, güzeli sever.” Elbette Allah (Celle Celaluhu) insanı ve diğer varlıkları güzel yaratmıştır ve insanların bu güzelliği fark etmelerini; bu güzelliğe uygun şekilde yine güzel davranmalarını; güzel şeyler üretmelerini ve bu güzel ahengi bozmamalarını ister ve bekler. Diğer taraftan, yukarıda belirtildiği üzere Allah Teâlâ’nın insanların bakışlarını ve tefekkür dünyalarını sıklıkla evrendeki ahenge, yaratılıştaki mükemmelliğe yöneltmek yoluyla kendisine ulaşmalarını, kendisini tanımalarını ve yegane yaratan olarak onu tanımalarını istemesi de bununla açıklanabilir. Bir başka ifade ile evrendeki ahenk ve düzen, mükemmellik duygusu anlaşılıp içselleştirilmesi, inancın gerçekleşmesi ya da en azından sağlamlaşması için önemlidir.
Kısaca, sanat eğitimi kavramı ile ifade edebileceğimiz güzeli görme, güzele uyum sağlama ve güzeli üretme bilinç ve duyarlığını kazandırma sürecinin, kamil insanı ortaya çıkarmanın bir aşaması olduğu söylenebilir. Ancak bu süreçte sanat kavramının içeriğinin doğru doldurulması, onun bir amaç değil araç olduğunun unutulmaması önemlidir. Bu sınırların konulamaması durumunda insanın haddini aştığını, tüm zaman ve emeğini ona harcayarak sanatı amaçlaştırdığını; hatta, bir süre sonra ürettiği güzel şeylerin rehavetine kapılarak ilahlık iddia etmeye başladıklarını, Peygamber kıssaları bize bildirmektedir. İslam inancı, böyle bir sanat anlayışına karşı çıkar ve onu zemmeder.
“İslam sanata karşıdır” propagandası da daha çok bu yönle ilgilidir. Gerçekte İslam, ne sanata ne de sanatçıya karşıdır. İslam tarafından hoş görülmeyen ya da yasaklanan şey, sanatın amaç, yapı ve işleyişi ile sanatçının kimliğine ilişkin ileri sürülen bir takım ölçülerdir. Bu ayrım iyi yapılmalıdır. Elbette Müslümanların bir kısmının da zaman zaman bu ayrımı yapamayıp toptancılık hastalığı ile ağır eleştirilerde bulunduğuna da şahit olunmaktadır. İslam’ın, her türlü sanat ve sanatçıya değil; ölçüleri bozan, haddi aşan, sınırları korumayan sanat ürünlerine ve sanatçılara karşı olduğu düşüncesinin altı çizilmelidir. Bir başka ifade ile buradaki sorun sanattan ve estetikten değil, sanata ve estetiğe bakıştan, onlara yüklenen anlamın içeriğinden ve işlevinden kaynaklanmaktadır.
Bu nedenle sanat eğitiminin, haddi aşmamak ve içeriğini, amacını, işlevini doğru biçimlendirmek kaydıyla uğraşılması gereken bir alan olduğu belirtilmelidir. Aksi durumda tarihimizin önemli zenginliklerini ve bugüne taşınmış olan mirasımızı oluşturan hat sanatını, mimari anlayışımızı, divan şiir ve edebiyatımızı nereye koyabiliriz?
Sanat eğitimi ile ilgili uğraş alanı iki boyutta düşünülmelidir. Bunlardan biri, bütün insanlardaki güzellik duygusunun belirlenmesi, belirginleştirilmesi ve hayata bakışta bu güzelliği kullanabilme yeterliğinin kazandırılmasıdır. Diğer bir boyut ise, insanlardaki sanat yeteneğini işleyerek bu yeteneği, diğer insanların hizmetine sunabilme özelliklerinin, yani sanatkarlık yeterliklerinin kazandırılmasıdır. Birinci boyut her bir insan için gerekli iken ikinci boyut daha çok sanatsal yeteneklerle donanmış insanlara özgüdür. Bu çerçevede sanat eğitimi, bu iki boyutu içerecek şekilde düzenlenmeli ve hayata geçirilmelidir.
Bir taraftan tüm insanlara estetik duygusunun, sanat bilincinin, sanat sevgisinin kazandırılmasına dönük küçük yaşlardan itibaren ailede, okulda, sivil toplum örgütlerinde çalışmalar yapılmalı; diğer taraftan da sanat yeteneği olan bir takım insanları belirleyerek onların sanatsal ürün ortaya koyma özelliklerinin geliştirildiği kurumlar oluşturma, bu kurumlara destek verme ve güçlendirme faaliyetleri yürütülmelidir. Ayrıca, bu iki boyutun birinin diğerinden önemli olduğu düşünülmeyip her ikisinin de eşgüdüm içerisinde yapılması gerektiği belirtilmelidir. Sanata saygı duymayan, estetiğe önem vermeyen bireylerden oluşan bir toplum içerisinde sanatçıların yetişmeyeceği; sanatçıların olmadığı bir toplumun ise yarına taşıyabilecek bir kültür oluşturamayacağı unutulmamalıdır.
Son olarak, toplum ve ülke olarak, toplumsal değer ve bakışımızla biçimlenmiş bir sanat anlayışına; bu anlayışı ortaya koyup geliştirecek sanatçılara ihtiyacımızın olduğunu belirtmek gerekir. Üzüm yemek yerine bağcıyı dövmekten vazgeçmeli; ama üzümü de bir takım kural ve kaideler çerçevesinde yemenin gerektiğini unutmamalıyız. İslam inancı ile sanat bilinci arasındaki paralelliğin farkına varmalı; sanata karşı bir tavır koymak yerine, kendi sanat anlayışımızın, bakışımızın temellerini belirginleştirmeye; ölçülerimizi ve ölçütlerimizi ortaya çıkarmaya çalışmalıyız. Bu ölçütler çerçevesinde yetişmiş sanatçı ve üretilmiş sanat ürünlerimizle eleştirdiğimiz sanat anlayış ve uygulamalarının alternatifini ortaya koymalıyız. Doğru bir bakışla bakacak olursak tarihsel geçmişimizde bu ölçülerin ve ölçütlerin ortaya konulduğunu; belki biraz güncelleştirilmesi gerektiğini fark edeceğiz. Çünkü tarihin önemli bir döneminde müslüman devletlerin (özellikle Endülüs Emevi Devleti, Selçuklu Devleti, Osmanlı Devleti) sanat alanında nice gelişmeler kaydedip nice mükemmel sanat ürünleri ortaya koyduğunu biliyoruz. Tarihi mirasımız bize bu konuda önemli bir yol gösterici nitelik ve zenginliğe sahiptir. Şimdi bize düşen bu tarihsel mirası yeniden incelemek, zenginliklerimizi ortaya koymak, değerler sistemimizi yeniden örgütlemek, birikimimizi çağımızın ihtiyaç ve imkanları çerçevesinde işlevsel hale getirmektir.