POZİTİVİST MANEVİYATÇILAR VE SÜNNETULLAH
Çağımızda kendilerine pozitivist mâneviyatçılar diyebileceğimiz bir hizbin İslâm’ın helâk yasası olan sünnetullâh kavramını pozitivizmin lehine sûiistimâl ettiklerini görüyoruz. İçinde yaşadığımız fizikî kitabımızda nakledilen mucizeleri inkâr pahasına da olsa değişmez ve değiştirilemez görüp bunun sünnetullah olduğunu ileri sürerek dinin haberlerini, bahusus kıyâmetin büyük alâmetlerini olağan fizik zemîne çekmek günümüzde bu hizbin mezhebi hâline gelmiştir.
Bunlar fizik yasaların değişmezliği söylemlerini sanki sünnetullâh [: Allah’ın sünneti, yolu] o yasalar imiş gibi onların değişmezliğini “Allah’ın sünnetinde bir değişme olmadığı” gerçeği ile sabit sayıp veya öyle gösterip kitaba yaptıkları bu vurgu ile ellerine geçirdikleri her kürsüde sürekli seslendiriyorlar.
Böylece kendinde kitap bilgisi bulunmayan kimseler de sanıyorlar ki bu yaklaşım kitâba dayalı bir yaklaşımdır. Çünki işitiyor ki Kur’ân’da sünnetullah diye bir kavram var ve orada bu Allah’ın sünnetinde hiçbir değişiklik bulamazsın deyi sık sık geçiyor.
Oysa söylemlerini bu şekilde kitaba dayandıran o hizip de biliyor ki kitapta sünnetullah ile kastedilen yasa onların dediği gibi fizik yasalar değil azâb u helâk yasası olup bu da kendilerine rasûl gönderilen ümmetlerin düşdeci azâbı tekzip ile sakınmaları tavsiye olunan şeyi işlemeleri hâlinde inzâr olundukları azâbın başlarına behemehal geleceğine dâirdir. İşte sünnetullah (: Allah’ın sünneti) budur ve bunda bir değişme yoktur. Kur’ân geçmişte bunu böyle vârid görmeyerek düşdeci azâbı yalan sayanların uğradıkları azâb u helâkleri kıssa edip sık sık hatırlatarak nâsı azâba müeddi fiilleri işlemekten sakınmağa çağırır.
Gazâli’nin âdetullah dediği fizik yasaları ise kitâpta sun’ullah [: (her şeyi itkân eden) Allah’ın sun’u, yapımı] [bk 27/88 ] olarak anılırlar. Ve asla değişmez yasalar değildirler ve Allâhu Teâlâ onları birçok hâdisede de değiştirmiştir. Meselâ Sâlih aleyhisselamın kavmi için kayadan dişi deve çıkararak, kezâ Eyyüb aleyhisselama ve ehline kaybettikleri gençliklerini kendilerine geri vererek, meselâ Mûsâ aleyhisselamı indelhâce yılan olup sihir yutucu bir değnek ile destekleyerek, kavmi için denizi yararak, onları tihlendikleri zaman çölde kudret helvası ve bıldırcın eti ile semâdan besleyerek vb.
Bir kısım mucizeler rasûllere nübüvvet delili olarak verilmişlerdir. Söz konusu hizib bunların mislini yapmağa teşvik olsun deyi insanlara örnek kılındığını söylüyor ki bu hem mucizelerin mucize karakterlerinin inkârıdır, hem de nebiler için onların bir burhan olduğunun inkârıdır.
Çünkü eğer onları biz de yapabilecek isek o zaman onlar mucize olmazlar ve o zaman onlar nebilerin nübüvvetleri için kati bir burhan da teşkil etmezler. Bir örneği insanlar tarafından gerçekleştirilebilen bir şey ne mucizedir, ne de nebilerin nübüvvetlerine kesin delil.
Aksi takdirde Hendek harbinde otuz şu kadar gün süren kuşatmada ordusu sabâ yeli ile darmadağın edilerek kuşatmayı kaldırmak zorunda bırakılan Ebû Süfyân’ın “Muhammed sihre başladı, gidelim” sözü doğru olur idi.
Yine saraydaki münazaa’da yere bırakılan değneğin koca bir yılan olup üzerine geldiğini gören firavunun bunu sihir ile yorup ülkesindeki bütün sihirbazları toplayarak onlardaki sihir ile Mûsâ aleyhisselama karşı galebe aramasını isâbetsiz saymamamız gerekir idi.
Tetik olalım! Bunları söyleyenler bunları düşünemeyecek kadar ilimsiz değillerdir. Ancak yanlışa düştüler ve başkalarını da yanlışa kılavuzluyorlar.
Bunun gibi nasrâniyeti tasaffi ettirir iken de ne Hûd 118’den, ne Bakara 120’den, ne Bakara 145’den, ne Nisâ 47’den, ne Meryem 39’dan, ne Mâide 14 ve benzeri haber ile gelmiş diğer âyetlerden, ne de İslâm’ın son din ve bizim şu ümmetimizin son ümmet olduğundan gâfildirler. Velâkin nasârânın "İsâ inip dinini yeniden kuracak" inancına itibâr ettiler.
Kezâ insanları dine ekseriyet ile sokar iken de öyle. Kur’ân’da sık sık tekrâr edilegelen “çoğu nâsın bilmezler” “çoğu nâsın inanmazlar” ve benzeri âyet beyânlarından da elbet gâfil değiller. Kurgusuna, daha doğrusu nasrânilerdeki perestiş edip peşlendiği "kurtarıcı İsâ" inancına uygun olanı “nâsın çoğunun dine girmesi” olduğundan bile bile söylediler söylediklerini. Yanlışa düştüler ve başkalarını da yanlışa kılavuzluyorlar.