Mart 2012 Fatih YILMAZ A- A+
A- A+

Nefs

Allah’a kul olma yolunda dört büyük tehlikenin en büyüğü nefs ile mücadeledir. Dünya, kötü çevre ve şeytan nefse göre daha hafif kalmaktadır. Kişi, dini hükümler doğrultusunda hareket edince nefsine hâkim olur.

Zunnun el-Mısri şöyle diyor: “İbadetin anahtarı düşüncedir. İsabet etmenin alameti de, nefse ve hevaya muhalefet etmektir. Muhalefet ise şehvet ve şehevi duyguları terk etmektir.”

İbni Semmak nefsini kınama hususunda diyor ki: “Ey nefis! Zahitlerin sözünü söylüyor, münafıkların işini yapıyorsun. Bu halinle de cenneti arzu ediyorsun. Heyhat! Heyhat! Cennet diğer topluluklarındır. Sana yazıklar olsun! Kisra’nın, Kayser’in ve Firavun’ların modasına uyup, cennette benim de Hz. Peygambere arkadaş olmamı istiyorsun. Bu nasıl olabilir?”

Kulun, hayır ve faziletleri kendi nefsinden görmemesi, bunları Allahın lütfü ve ihsanı olarak bilmesidir. Kul, nefsini temize çıkaramaz. Çünkü nefisler temize çıkarılamazlar. Her kim, nefsinin bir şeyini iyi görürse, iç dünyasından, yakin nurundan birini düşünür.

Kamil insan, nefsinde bir değer göremeyeceğine göre, amelinde ne değer görür? Kulun doğduğu günden ölünceye kadar yaptığı ameller, onun varlığının nimetini dahi karşılamaz.

İnsan ahiret yolculuğunu sürdüren bir tüccar gibidir. Sermayesi ömrüdür. Bu ömrü taat ve ibadetle tükettiği takdirde karlı, günah ve isyanda tükettiği takdirde ise zararlı olacaktır. Bu ticarette ortağı ise kendi nefsidir. Nefis hem iyilik yapmaya, hem de kötülük işlemeye yönelikli olsa bile günah ve şehvetlere daha meyillidir. Bu yüzden nefsin, sürekli olarak denetlenmesi ve sorgulanması gerekir.

Akıllı kimse, nefisle mücadele eden, sözleşmelere uyan, günahlardan sakınan ve isyan etmeyen insandır.

İnsan nefsi, baş olma ve öne geçme arzusu üzerine yaratılmıştır. Başkasının hükmü altında idare edilmeye razı olmaz. Bundan dolayı nefsin ıslahı, ancak riyasetin zıddı olan ubudiyetle mümkün olur.

Cehalet ruhu kirletir. Allah’tan başkasına yöneliş kalbi karartır. Arzular nefsi bulandırır. Nefis ise, ya hayvanidir ki, bu nefsin sahipleri kendilerine şehvet ve mizacın üstün geldiği kimselerdir; ya şeytanidir. Bu nefse sahip olanlarda, kendilerine nefsanî vasıflar ve şeytani haller üstün gelen kimselerdir. Yahut melekîdir. Bunlarda kendilerine melekî sıfatları üstün gelenlerdir. Yahut da Rahmanîdir. Bu nefsin sahipleri ise, kendilerine sır vasıfları ve sır halinin üstün geldiği kimselerdir.

Peygamber Efendimiz –sallallahu aleyhi ve sellem- Hadis-i Şerif’lerinde:

Cennetin etrafı nefse hoş gelemeyen şeylerle, cehennemin ise şehvetlerle çevrilmiştir.” buyurmuştur.

Aziz kardeşim! Gözün harama dikilmiş, dilin günahlara dalmış, vücudun dünya malı toplamak için yorulmaktadır. Sen bu gaflet içinde debelenirken ömrün gelip geçiyor. Selametine giden delil nerede? Nefse en zor gelen şey, tabi olmaktır. Çünkü birine tabi olmakta nefse rahat yoktur. El-Dineveri, Hz. İbrahim’in duası olan: “Beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut.” (İbrahim, 35) ayetinin tefsirinde: “Onlardan bazıları vardır ki putları kendi nefisleridir. Nitekim Allah Teala: “Gördün mü arzu ve hevesini ilah edineni?”(Furkan, 43) buyurmuştur. Kiminin putu eşidir. Onu sever ve ona itaat eder. Kiminin putu işidir Allaha itaati terk eder, ticaretine güvenir.” demiştir. Şair şöyle diyor:

Şeytan ve nefse aykırı gel, onlara isyan et

Cana candan nasihat etseler de itham et.

Lokman Hekim oğluna dedi ki:

“Ey benim küçük oğlum! İnsan üç kısımdır:

Üçte biri Allah için

Üçte biri nefsi için

Üçte biri böcekler ve kurtlar için.

Allah için olan ruhu, nefsi için olanı ameli, böcekler ve kurtlar için olanı ise cesedidir.

Nefsini arzusuna tabi kılan, gönlünü öldürmeye çalışmaktadır. Çünkü gönlün canlılığı zikirle; ölüm ve öldürülmesi ise gafletle olur. Nefis gaflete dalarsa, yersiz isteklere uyar. Bu isteklere boyun eğince de ölür gibi olur.

Nitekim Rabbimiz ayeti celilesinde şöyle buyurmaktadır:

“Arzusunu ilah edinen kimseyi gördün mü? Ona sen mi vekil olacaksın?” (Furkan, 43) Yani Sen, onu korumaya vekil tayin edilmedin. Sen, sadece bir uyarıcısın.

Cüneyd der ki: “İnsan nefsi hiçbir zaman hak ile barışık olmaz.”

İbni Ata da: “Nefis şeytanın arkadaşıdır, onun dostudur, işaret ettiği noktalarda arkasından giden yaranıdır. Nefis haktan ayrılan, ona aykırı davranan, onunla barışık olmayan ve hakka uymayan nesnedir.” der.

“Heva ve hevesini tanrı edinen ve Allah’ın (durumunu) bilerek saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün üstüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi onu Allah’tan sonra kim doğru yola eriştirebilir? Hala ibret almaz mısınız?”(Casiye, 23)

Heva, insanın kötü nefsinin arzulamış olduğu şeye denir. Ayeti kerime hidayeti bırakıp da insanın nefsinin isteklerine boyun eğmesinin ne kadar şaşılacak ve hayret edilecek bir şey olduğunu ifade etmektedir. Nefsin isteklerine uyan kimse, sanki onun kulu ve kölesi gibi olmuştur.

Hayvanlar nereden bulduklarına aldırmadan önlerine geleni yerler. Kâfir de böyledir. Yediğinin haramdan mı, helalden mi olduğuna bakmazlar. Aynı zamanda hayvanlar, hiç öğün tanımadan devamlı yerler. Kâfirler de öyle oburdurlar. Hayvan yerken gaflet içindedir.

Şair şöyle diyor:

Nefis, başıboş kalmış, vahşileşmiş köpektir

Marifet, kudurmuş iti terbiye etmektir

Çok zordur, leşten köpeği çekip almak ama

Gaye engeli aşıp, saadete ermektir.

Mü’minin yemesinde şu üç şey mutlaka bulunur: İstemekten çekinmek, edepli davranmak ve bir sebebe bağlı olarak yemek. Kâfir ise arzusu için ister, şehveti için yer ve yaşantısı gaflet içindedir. Kul, nefsanî sıfatları yok edince sıkıntıdan kurtulur. Sükûnet âlemine ve kader sırrını bileye ulaşır.

Sehl -kuddise sirruh- şöyle der: “Allah nefisleri itaatkâr, boyun eğer biçimde yarattı. Kim nefsine boyun eğdirirse ve nefsine karşı çıkarak alçaltırsa, fitnelerden, belalardan ve sıkıntılardan kendisini kurtarmış olur. Kim de nefsine hükmedemez, ona uyarsa o da kendini alçaltmış ve mahvetmiş olur.

Yazımızı paylaşın..

Facebook Twitter Whatsapp’ta Paylaş Google Email Print LinkedIn Pinterest Tumblr