Kasım 2017 Selim ARMAĞAN A- A+
A- A+

KUR'AN İKLİMİ / Kitaba Sadakat

Selim Armağan - Kitaba Sadakat

“Sen onların milletlerine tabi olmadıkça ne Yahudiler ne de Hristiyanlar senden asla razı olmayacaklar. De ki, gerçekten de Allah’ın hidayeti, hidayetin ta kendisidir. Şanım hakkı için, sana vahiyle gelen bu kadar bilgiden sonra, kalkıp da onların arzu ve heveslerine uyacak olursan, sana Allah’tan ne bir dost bulunur ne de bir yardımcı.” (Bakara, 120)

Millet, sözlükte; söyleyip yazdırmak veya ezbere yazmak anlamına gelen “imlâ” anlamıyla ilişkili olan bir isimdir. Zemahşerî; asıl anlamı “eğri veya doğru tutulup gidilen yol” demektir der. Din ve şeriat anlamında da kullanılır. Şehristanî’ye göre; “din, şeriat, millet denilen şeyler hadd-i zatında hep aynı şeylerdir.”

Millet, bir toplumun etrafında toplandığı ve üzerinde yürüdüğü, diğer bir deyişle, sosyal duygu ve telakkilerinin tâbi olduğu ve kitlesinin bağlı bulunduğu hâkim ilkeler ve takip edilen gidişattır, yoldur. Bu yolun hak olanı, hak olmayanı, eğri olanı, doğru olanı vardır. Şu kadar var ki, yolun hak olanı güzel sonuca, hak olmayanı da hüsrana ve kötü akıbete götürür.

Millet, sosyal kurul dediğimiz toplumun kendisi değildir. Ona cemaat, kavim, ümmet veya ehli millet denilir. Mesela Yahudilik ve Hristiyanlık birer millettir. Ne var ki ayette onların tavırlarından bahsedilirken “heva ve hevesleri” denilerek Yahudi ve Hristiyan milletinin uygulamalarının tenkidi gösteriyor ki, takip ettikleri din ve millet, kendi arzu ve isteklerine göre gönüllerinin keyfince uydurulmuş hurafeler, din adına ortaya konulmuş bozmalardır. Bu nedenle Allah indinde Yahudiler ve Hristiyanlar hakka değil, keyiflerine tabidirler. Peygamberlere indirilen kitaplardan, hak yol olan tevhitten, İslâm ve ihsan esaslarından çıkmış, bambaşka bir şey oldular.

Cenabı Allah, bütün bu eski dinlerin temel ilkelerini Kur’an’da açıklamış, bunları tasdik edip yeniden onaylamış ve o ilkelerden ayrılanların, gerçek dine değil, kendi hevalarına uyduklarını göstermiştir. İman edilen ne ise, amel edilen de odur. Amel edilen ve uygulanan ne ise esas itibariyle üzerinde ittifak edilen şey, din ve millette odur.

Ayet; bunların din dedikleri şeylerin aslında hevadan ibaret bulunduğunu hatırlatarak peygamberimizi bunlara uymaktan şiddetle sakındırmıştır. Bu uyarının peygamberimizden ziyade ümmetine yapılmış olduğuna şüphe yoktur. Zira Rasulullah aleyhissalatu vesselâm “Muhakkak sizler, kendinizden önce gelen ümmetlerin sünnetine karışı karışına, kulacı kulacına ve arşını arşınına tıpa tıp uyacaksınız. Hatta onlar, daracık bir keler deliğine girseler oraya siz de gireceksiniz.” Oradakiler, “Ey Allah’ın Resulü! (Onlar) Yahudiler ve Hristiyanlar mı?” diye sordular. Aleyhissalatu vesselâm “Bunlar değilse kimler olur?” (Buhari) buyurdular.

Yüce Rabbimiz de;

“Münafıklara da haber ver ki kendileri için çok acı bir azap vardır. Onlar, mü’minleri bırakıp kâfirleri dost ediniyorlar. Onların yanında izzet ve şeref mi arıyorlar? Hâlbuki bütün izzet ve şeref Allah’a aittir.

Allah size Kitap’ta: “Allah’ın ayetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, başka bir söze geçmedikleri müddetçe, o kâfirlerle oturmayın. Aksi halde siz de onlar gibi olursunuz.” diye hüküm indirdi. Muhakkak ki Allah, münafıkların ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır.

Onlar sizi gözetleyip dururlar. Eğer Allah tarafından size bir zafer nasip olursa “Biz sizinle beraber değil miydik?” derler. Şayet kâfirlerin zaferden bir payı olursa (Bu defa da onlara) “Size üstünlük sağlayarak sizi mü’minlerden korumadık mı?” derler. Allah, kıyamet gününde aranızda hükmünü verecektir. Allah, mü’minlerin aleyhine kâfirlere hiçbir yol vermeyecektir. (Nisa, 138-141)

Bakara Suresi 119. ayette de Rabbimiz “Şüphe yok ki, biz seni hak ile rahmetimizin müjdecisi ve azabımızın habercisi olarak gönderdik. Sen, o cehennemliklerden sorumlu değilsin.” buyurur.

Peygamber efendimizi ve tebliğinin mirasçıları ve görevlileri olan ümmetini öncelik âlimleri olmak üzere uyarır ve Efendimize sanki şöyle hitap eder; “Ey Muhammed! Hiç şüphe yok ki, biz seni hak olan Kur’ân ile müjdeci ve korkutucu bir resul olarak gönderdik. Sen gerçek bir peygambersin ki, vazifen ilerideki müjdeleri ve tehlikeleri herkese tebliğ etmektir. Her birinin kalbine imanı sokup yerleştirmek değildir. Sen, cehennem ehlinden, cehenneme gideceklerden sorumlu değilsin. Kendi yaptıklarından, çalışıp kazandıklarından onların kendileri sorumludurlar. Onların cezaları da sönmek bilmeyen ve durmadan yanan o kızgın ateşten çıkamamaktır ki ona “nâr-ı cahîm”, bunlara da “ashab-ı cahîm” (cehennemin dostları) denilir.

Allah’ın kitabı Allah’ın indirdiği şekli ile okunup anlaşılmalıdır. Heva ve heveslere alet edildiğinde Yahudi ve Hristiyanlar gibi olunur ve Allah’ın gazabı üzerimize olur. Bu nedenledir ki; Allah’a hakkıyla inanmış mü’minler kitabı da hakkıyla okur ve amel ederler. Bizim kendilerine kitap verdiğimiz ehliyetli kimseler o verdiğimiz kitabı tilavet ederler, yani dikkatle ve tane tane okurlar, dillerine virt ederler, ders yaparak okurlar. Tahriften, karıştırmaktan koruyarak, arzu ve isteklerinin esiri olmadan, kelimelerinin telaffuzunu, manasını ve hükümlerini gözeterek, dikkatlice, saygılı ve devamlı okurlar.

Bilmediklerini, anlamadıklarını ehlinden sora sora, iyi niyetle, temiz kalple ve temiz ağızla okurlar. Gelişi güzel, bir eğlence gibi okumazlar. Şarkı, gazel, türkü, mâni, roman, hikâye yerine koymazlar. Kemal-i hürmet ve tazimle, edeple okurlar. İşte böyle okuyanlar, o kitaba iman edenler ve gerçekten Kitap sahibidirler.

Her kim de o kitaba nankörlük ederse, onu hakkıyla okumayıp, kendi hevasına göre bozar ve değiştirirse işte onlar hüsrana uğramış kimselerdir. O Heva ve heves sahipleri gerçek anlamıyla Kitap ehli değil, artık tam anlamıyla tahrif ve bidat ehlidir.

“De ki, siz gerçekten Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok esirgeyici ve bağışlayıcıdır.” (Âl-i İmran, 31)

Yazımızı paylaşın..

Facebook Twitter Whatsapp’ta Paylaş Google Email Print LinkedIn Pinterest Tumblr