Nisan 2010 Nureddin SOYAK A- A+
A- A+

KUR’AN DİLİNDEN RASULULLAH

Kulun ilk görevi Rabbini tanıyıp bilmesidir.

“Bil ki Allah’tan başka ilah yoktur.” (Muhammed 19)

Sonra da Rasulünü –sallallahu aleyhi vesellem- bilip tasdik etmesidir.

“Muhammed Allah’ın rasulüdür.” (Fetih 29)

Kulluğun kemalatı açısından Rabbin ve onun Rasulünün –sallallahu aleyhi vesellem- tanınması çok mühimdir. Rabbini tanımayan kullukta kemalata eremeyecektir.  Rasulünü tanımayan da Rabbine nasıl kulluk edeceğini bilemez. Rabbimiz kitabının pek çok yerinde Rasulünün  –sallallahu aleyhi vesellem- ahlak ve meziyetlerinden, ibadet ve zikirlerinden ve davetinden bahseder. Müşrik, ehli kitap, münafık ve müminlerle münasebetlerini haber verir. Rabbimiz kendine imandan, itaatten ve sevgiden sonra; Rasulüne  –sallallahu aleyhi vesellem-iman, itaat ve sevgiyi emretmiştir.

“Peygamber sizi, Rabbinize iman etmeye çağırdığı halde niçin Allah’a inanmıyorsunuz.” (Hadid 8)

“Rabbinden sana indirilenin hak olduğunu bilen kimse, (inkâr eden) kör kimse gibi olur mu? (Fakat bunu) ancak akıl sahipleri anlar.” (Rad 19)

“Sizi karanlıktan aydınlığa çıkarmak için kuluna apaçık ayetler indiren O’dur. Şüphesiz Allah size karşı çok şefkatli, çok merhametlidir.” (Hadid 9)

“Ey inananlar! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman Allah ve rasulüne uyun.” (Enfal 24)

Karanlıklardan kurtulmanın tek yolu Allah ve Rasulünün –sallallahu aleyhi vesellem- hayat veren cana can katan çağrılarına uymaktır. Hakikat karşısında gözü gönlü kulağı iptal etmemek için ilahi ve nebevi çağrılara canı gönülden kulak vermektir.

Adem -aleyhisselam-‘dan başlayıp kıyamete kadar sürecek tevhid mücadelesinde, nebiler silsilesinin son halkası alemlere rahmet olarak gönderilen Muhammed -sallallahu aleyhi ve selem- efendimizdir. Onu tanımak ve tanıtmak, onun yaşadığı hayatı kendimize örnek almak her müslümanın görevidir. Onu tanımanın en kesin yolu da âlemlerin Rabbi olan yüce Allah’ın kitabına müracaat etmektir.

Önceki ümmetlerin saptıkları konulardan biri de peygambere yükledikleri insanüstü vasıflardır. Yahudiler Üzeyir -aleyhisselam- Allah’ın oğlu derken, Hıristiyanlarda İsa -aleyhisselam- Allah’ın oğlu demişlerdi.

Rabbimizin Rasulullah -sallallahu aleyhi ve selem- efendimiz konusunda uyarılarından biri de onun beşer oluşudur.

“De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım ancak bana ilahınızın tek bir ilah olduğu vahyolunuyor.” (Kehf 110)

Rabbimizin kulları arasından bazı kulları seçmesi ve onlar vasıtasıyla diğer kullarıyla irtibat kurmasını, önceki ve sonraki ümmetlerden çoğu anlayamadı ve bunu inkârlarına vesile kıldılar.

“Onlar şöyle dediler: Bu ne biçim peygamber; (bizler gibi) yemek yiyor, çarşılarda dolaşıyor! Ona bir melek indirmeli kendisiyle birlikte o da uyarıcı olmalıydı!” (Furkan 7)

“İçlerinden birine ‘insanları uyar ve inananlara Rabları katında yüksek makamlar olduğunu müjdele’ diye vahyettiğimiz insanların tuhafına mı gidiyor?” (Yunus 2)

Rabbimizin insanlar içinden elçiler seçmesi insanlık için büyük bir izzet ve şeref olmasına rağmen onlar farklı arayışlara girerek sapmışlardır.

Rabbimiz Rasulüne –sallallahu aleyhi vesellem- inkârı zorlaştıracak imanı kolaylaştıracak zemini hazırlamıştır. Bunlardan biri de O’nun ümmi bir rasul olarak gönderilmesidir ki fitneciler bu kitabı sen kendi ellerinle yazdın demesinler.

“Sen bundan önce ne bir yazı okur ne de elinle onu yazardın. Öyle olsaydı batıla uyanlar kuşku duyarlardı.” (Ankebut 48)

Rasulullah -sallallahu aleyhi ve selem- efendimizin dindeki misyonu o kadar önemli ki; Rabbimiz kendini sevmenin yolunun Rasulüne –sallallahu aleyhi vesellem-tabi olmaktan geçtiğini ilan etmiştir.

“De ki: Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah’ta sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” (Al-i İmran31)

Ve onun risaleti ile birlikte tek kabul edilecek dinin onun tebliğ ettiği din olduğu haber verilmiştir.

“Kim İslam’dan başka bir din ararsa bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o ahirette ziyan edenlerden olacaktır.” (Al-i İmran 85)

Rabbimiz tarafından kendisine uyulması zorunlu kılınan rasul nasıl bir rasuldü, ahlak ve meziyetleri nelerdi?

“Andolsun size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki; sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.” (Tevbe 128)

“Muhammed Allah’ın rasulüdür. Onun beraberinde bulunanlar kâfirlere karşı sert, birbirlerine merhametlidir.” (Fetih 29)

Müminlerin dostluğu da düşmanlığı da sırf Allah rızası içindir. Allah’ın dostları onların dostu, Allah’ın düşmanları onların da düşmanlarıdır. Asr-ı saadette bunu açık bir şekilde görmekteyiz. Dün birbirleriyle kıyasıya vuruşanlar iman kardeşliği ile birbirlerini samimi bir şekilde kucaklamış ve kalplerinde de birbirlerine karşı en ufak bir sıkıntı kalmamıştır.

“(Rasulüm!) inkâr edenin inkârı seni üzmesin. Onların dönüşü ancak bizedir.” (Lokman 23)

“(Rasulüm!) onlar iman etmiyorlar diye neredeyse kendine kıyacaksın!” (Şuara 3)

“O halde onlar için üzülerek kendini helak etme.” (Fatır 8)

Rabbimizin beyan ettiği üzere âlemlere rahmet olarak gönderilen “Benim bildiklerimi bilseniz çok ağlar az gülerdiniz.” buyuran o Yüce Rasulü en çok üzen hususların başında insanların Allah’ı inkâr etmeleri geliyordu. Dünya ve ahirette inkârcıların akıbetini en iyi bilen o idi. İnkârcıların hali ümmetine kol kanat geren o Yüce Rasul’ü helak edercesine üzmüştü .Rasulullah  sallallahu aleyhi vesellem ilahi ikaza muhatap olmuş “onlar inanmıyorlar diye kendini helak mi edeceksin?” diye uyarılmıştı.

Yüce Rabbimiz şefkat ve merhamet peygamberini şöyle teselli ediyordu:

“Kur’an’ı sana sıkıntıya düşesin diye indirmedik.” (Taha 2)

Rabbimiz yanında Rasulüllah -sallallahu aleyhi ve selem- efendimizin değeri o kadar büyüktü ki onun sıkıntıya düşmesine bile razı olmuyor. Gönlünü ferah tutmasını istiyordu.

“Ey peygamber! Biz seni hakikaten bir şahit bir müjdeleyici ve bir uyarıcı, Allah’ın izniyle bir davetçi ve nur saçan bir kandil olarak gönderdik.” (Ahzab 45-46)

“De ki: ben size Allah’ın hazineleri benim yanımdadır demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size ben bir meleğim de demiyorum. Ben sadece bana vahyolunana uyarım.” (Enam 50)

“O arzusuna göre konuşmaz. O (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir.” (Necm 3-4)

“Bu gün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’ı beğendim.” (Maide 3)

Rabbimiz kullarına hayat programı olarak seçtiği İslam dinini kulları arasından seçtiği Muhammed -sallallahu aleyhi ve selem- efendimizi insanlığa nur saçan bir kandil olarak gönderdi. O ne bir melek, ne de gaybı bilen biri idi. O sadece Allah Teâlâ’ya davet eden bir davetçiydi. Rabbimiz Kur’an’ı ve Rasulullah -sallallahu aleyhi ve selem- efendimizi göndermekle kulları üzerine nimetini tamamlamış oluyordu. Artık kullarına düşen bu programı hayatlarına nakşederek nimetin şükrünü ifa etmek, bununla birlikte dünya ve ahiret saadetine kavuşmaktı.

“Ey rasul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et eğer bunu yapmazsan O’nun elçiliğini yapmamış olursun.” (Maide 67)

“Onlardan seni dinleyenler vardır, fakat sağırlara -üstelik akılları da ermiyorsa- sen mi duyuracaksın?

Onlardan sana bakan da vardır. Fakat -hala- (gerçeği) göremiyorlarsa körleri doğru yola sen mi ileteceksin?” (Yunus 42-43)

“Bil ki sen ölülere işittiremezsin, arkalarını dönüp giderlerken sağırlara da daveti duyuramazsın.

Sen körleri sapıklıklarından çevirip doğru yola getiremezsin. Ancak ayetlerimize inanıp da teslim olanlara duyurabilirsin.” (Neml 80-81)

“Sana ancak (Allah’ın emirlerini) tebliğ etmek düşer. Hesap yalnız bize aittir.” (Rad 40)

Rabbimiz Rasulüne –sallallahu aleyhi vesellem- kendisine indirileni tebliğ etmesini emrediyor. Rasulünün –sallallahu aleyhi vesellem- tebliğine duyarsız kalanı ise şiddetle uyarıyor. Rasulünü –sallallahu aleyhi vesellem-dinledikleri halde akıllarını kullanmadıkları için ilahi hakikatleri idrak etmeyenleri kör, sağır, hatta ölüler olarak vasıflandırıyor. İlahi program insanı insan yapan insanın insan olarak muhafazasını sağlayan değerlerdir. Bu değerlerden uzaklaşan insan tüm maddi ve manevi güzelliklerini kaybeder. Şeklen hayat sürse bile o canlı bir cenaze gibidir.

 Üstad Necip Fazıl bunu ne güzel dile getiriyor:

“Siz hayat süren leşler

Sizi kim diriltecek”

Hayat süren leşler haline gelmiş, insani değerlerini yitirmiş fert ve toplumları dün olduğu gibi, bu gün de yarın da ilahi nefha olan Kur’an diriltecek.

“Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet ve onların arzularına uyma.” (Maide 49)

Kur’an hayat kitabımızdır. O ne sadece okuyana ne de sadece dinleyene hayat verir. O hem okuyup, hem dinleyip, hem de kendisiyle hayatına hükmedene hayat verir. O’nunla hayatına hükmedemeyen fert ve toplumlar iki hayatta da perişandırlar. O son ilahi hükümdür. Hâkim olması için gönderilmiştir mahkûm olması için değil. O’nun tek bir hükmünde bile O’na sırt çevirenlerin arzularına uyulması yasaklanmıştır. O bir bütündür bütün olarak kabul edilip bütün olarak uygulandığında bir anlam ifade eder. Aksi halde bir bölümünü bile kabullenmemek inkârdır.

“Onlara ayetlerimiz açıkça okunduğu zaman (öldükten sonra) bize kavuşmayı beklemeyenler: ya bundan başka Kur’an getir veya bunu değiştir! dediler. De ki: onu kendiliğimden değiştiremem, benim için olacak şeyde değildir. Ben, bana vahyolunandan başkasına uymam. Çünkü Rabbime isyan edersem elbette büyük günün azabından korkarım.” (Yunus 15)

Öncekiler bu Kur’an’ı değiştir dediler. İşlerine gelmedi. Alışageldikleri düzen bozulacaktı. Çıkar ve menfaat çarkları kırılacağından değiştir dediler.

Şimdikiler de onun hükmü eskidi, o eskidendi, ona tabi olanlar gericidir, irticacıdır diyorlar.

Eski ve yeni müşriklerin tavrı bu. Ya bazı müslümanlara ne oluyor ki; zamana uymak, birilerine yaranmak, şirin görünmek uğruna zaruret vb. adlarla Kur’an ahkâmının bir kısmını kavlen veya fiilen tahrife yöneliyorlar.

Ya Rabbi sapmaktan ve saptırmaktan muhafaza eyle, Rasulünün –sallallahu aleyhi vesellem- yolunda daim eyle.

Yazımızı paylaşın..

Facebook Twitter Whatsapp’ta Paylaş Google Email Print LinkedIn Pinterest Tumblr