Ocak 2006 Halit ERTUĞRUL A- A+
A- A+

KATİL TELEVİZYON

- Oğlumun katili televizyon… Oğlumun katili televizyon… Diye kendini parçalayan babanın feryadı, içimizi dağlıyordu.

Etrafta toplanmış kalabalık, evlat acısıyla kıvranan bu adam karşısında ne yapacaklarını şaşırmışlardı.

Şaşkınlıkları yalnızca içi yakan bu babanın kahredici çığlıkları değildi… Niçin, ‘Oğlumun katili televizyon?’ diye kendini yerden yere atıyordu.

Bu dram dolu sahnenin içinde, ben de bu gizemli feryada odaklanmıştım.

- Oğlumun katili televizyon!

Acaba bu baba ne demek istiyordu?

Yaşça küçük olan oğlunun üzerine televizyon devrilip öldürmüş olmasın veya bir teknik arızadan dolayı televizyon patlayıp çocuğunu hayatına son vermesin?

Bu ve benzeri ihtimaller yalnız benim değil, oradaki herkesin kafasında tepinip, duruyordu.

Henüz altı yaşındaki bir çocuğun katili olarak ilan edilen televizyon bilmecesi çözülmeden, onca kalabalığın önünde bir dram daha yaşandı.

İnsan selinin ortasında alevlere tutulmuş gibi çırpınan bu gariban baba, herkesin gözleri önünde olduğu yere yığıldı.

Bu sefer de babayı kurtarmak için yükselen çığlıklar, meydanda çınlamaya başlamıştı.

Bir müddet iç parçalayan feryatlar sustu, kalabalık korku ve merak dolu bekleyişe büründü. İnsan selinin içinde doktor olduğu anlaşılan genç bir delikanlının çırpınışları maalesef sonuç vermemişti.

Kaybettiği biricik oğlunun ateşiyle yanan bu talihsiz baba, bu alevden kendisini kurtaramadı. Bunca acıya dayanamayan babanın kalbi susmuştu.

Orada bulunan herkes şoktaydı. Üst üste gelen bu esrarengiz dramlar, yalnız aileyi değil, cenaze için oraya toplanmış olan herkesin dünyasını da alt-üst etmişti.

Hele evin annesini teskin etmek ne mümkündü?

Altı yaşındaki bir çocuğun cenazesi için gelen meraklı insanlar, evin önünde iki cenazeyle ayrıldı.

Baba-oğul arka arkaya yola düştü. Zaten o babanın oğlunu yalnız göndermesi düşünülemezdi. Çünkü bütün dünyasını tutuşturmuş olan evlat acısı, onu fazla yaşatacağa benzemiyordu.

Yan yana açılan kabirler, baba ve oğulu kucaklarken, herkesin beyninde aynı soru vardı:

Niçin çocuğun katili televizyondu?

Olay anlaşıldığı zaman, bir kere daha oradaki insanları yakıp geçmişti.

Uçan Adam… Evet, Uçan Adam…

Altı yaşındaki Muhammed’in izlemeye doyamadığı bir çizgi film…

Uçan Adam…

Uçan Adam kanatlarını taktı mı, çatılardan pencerelere, balkonlardan tepelere, bir sokaktan diğer sokağa atlıyor, uçuyor, istediği gibi boşlukta süzülüp, dilediği delikten içeri giriyordu.

İlgisini çeken her olaya özenen ve kendisini olayın kahramanı yerine koyan, o yaşlardaki çocuk psikolojisiyle, kararını vermişti Muhammed…

Ablasına kartondan iki kanat yaptırdı.

Ev içinde bu kanatları kollarına takıp, koltuklardan, kanepelerden, sandalyelerden uçma denemesi yapmaya başlamıştı.

Muhammed’in bu oyununa herkes gülüp geçiyordu. Ta ki, balkon demirlerinden kendisini aşağı bırakana kadar…

Çevredeki insanlar, dördüncü kattan yere düşen bir cismin gürültüsüyle telaşlanmışlardı.

Gürültüye doğru koşan meraklılar, Muhammed’in parçalanmış beyni, dışarıya fırlamış iç organlarıyla karşılaşınca kendilerinden geçmişlerdi.

Etraftakiler, bu dayanılmaz manzarayı görüp kendinden geçer de, bir baba çıldırmaz mı? Evlat acısı içini kor gibi yakmaz mı? Kendini yerden yere vurmaz mı?

Evet…

Ortada toplumsal bir problem vardı…

Televizyon ve televizyon programları…

Öncelikle çocukların gelişim dönemlerini destekleyen ve onlara eğitici bilgiler sunan televizyon yayınları kadar yararlı bir şey var mı?

Yok…

Ama, günümüz yayın politikası içinde bu güzel programlar acaba yüzde kaçlık bir yer işgal edebilir?

Evimizin içinde bizleri kendisine esir eden televizyon programlarına bakıldığında neleri etkilemedi ki?

Bunları bir bir saymaya gerek var mı?

Eğer televizyon yayınları, toplumun genel ahlakına ve toplum düzenine uygun yapılmazsa, özellikle çocuklarımızı maddeten ve manen kaybetmeye devam ederiz.

Bunca acı tecrübelerin ardından “katil televizyon” artık, kendi günahlarını temizlemelidir.

Yazımızı paylaşın..

Facebook Twitter Whatsapp’ta Paylaş Google Email Print LinkedIn Pinterest Tumblr