Nisan 2013 Zeki SOYAK A- A+
A- A+

İslam Kardeşliği

Kalabalıkları bir millet hâline getiren en müessir âmil dindir. Aynı inancı paylaşan toplumlar çok kısa zamanda kaynaşıp bütünleşirler. Çünkü aynı dine mensup olmanın en tabii neticesi din kardeşliğidir. Din kardeşi olmanın yüklediği birçok mesuliyet vardır ki, bu mesuliyetleri yerine getirmek de inancımızın bir gereğidir.

Durum böyle olunca her Müslüman uhuvvet sarayının bir taşı olmaktadır. İslâm sarayının bütün ihtişamıyla devam etmesi için, herkes bulunduğu yerde yapması gerekeni yapacak asla yerini terk etmeyecektir. Duvardan bir taş düşerse, diğer taşların da yerinden oynamasına, binanın yıpranmasına sebep olur.

O bakımdan hiçbir Müslüman, uhuvveti yani kardeşliği zedeleyecek bir söz, bir harekette bulunmayacaktır. Beşeriyet icabı yapılan hatalar en kısa zamanda giderilecektir. Küskünlükler, dargınlıklar sürüp gitmeyecek, alâka kesilmeyecektir. Peygamberimiz, Efendimiz, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bunun sınırını üç gün olarak göstermiştir.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Bir Müslüman’a, din kardeşine üç günden fazla küs durması helal değildir.” (Buharî)

Diğer bir hadis-i şerifte de şöyle buyrulmaktadır:

“Bir Müslüman’a, kardeşini üç günden fazla terk etmesi (küs durması) helâl değildir. Birbirlerine karşı gelirken o yüz çevirip bu da yüz çevirir. Bunların hayırlısı önce selam verendir.” (Müslim)

Müslümanlar birbirlerine karşılıklı olarak yapmaları gereken vazifelerini en sağlıklı bir şekilde yerine getirdikleri devirlerde dünyada cennetî bir hayat yaşamışlar. Bir fazilet, bir saadet, bir huzur toplumu vücuda getirmişlerdir. Ancak zamanla bu güzelliklerimizi, bu özelliklerimizi kaybettik. Kendi gafletimizden içimizdeki bir kısım beyinsizlerin, idarecilerin gaflet ya da ihanetlerinden, İslâm düşmanlarının çeşit çeşit hile ve tuzaklarından bugünkü perişanlığı, dağınıklığı yaşamaktayız.

Uhuvvet sarayı yıprandı. İslâm cemaati hodkâmlaştı, dünyevîleşti, imanı zaafa uğradı. Yeniden silkinmemiz, yeniden bizi biz yapan değerlerimize sahip çıkmamız gerekir.

Rabbimize yönelmemiz gerekir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin haber verdiği, müjdelediği “Hak üzerine kaim” cemaatten olmak için ve o cemaatin çoğalması, etkin hâle gelmesi için bütün imkânlarımızı seferber ederek canla başla fedâkârane çalışmamız, çaba göstermemiz gerekir.

İmanımız bunu gerektirmektedir, Müslümanlığımız bunu gerektirmektedir. Allah Teâlâ biz Müslümanları birbirimize kardeş yapmış ve bizi bu kardeşlikle şereflendirmiştir.

Allahu Teala inanan bütün mü’minlerin kardeş olduğunu beyan ediyor. Kardeşlik kan kardeşliğinden de daha üstün, daha faziletli bir kardeşliktir. Onun için Allahu Teala:

“Ancak ve ancak mü’minler kardeştirler.” (Hucurat 10) buyuruyor.

Dikkat buyurunuz Allahu Teala kardeşliği sadece ve sadece mü’minlere hasrediyor. Elbetteki kan kardeşliği de mühimdir ama kan kardeşliğinin fazileti de mü’min olmakla mümkündür. Biri mü’min biri kafir olan iki insanın kardeşliği pek mühim bir kardeşlik değildir. Bunun için aslolan İslam kardeşliğidir.

Allahu Teala ayetin devamında, “mü’minler kardeştirler ve kardeşlerinizin arasını ıslah ediniz.”buyuruyor.

Evet, bozulan, pörsüyen bu kardeşliğimizi yani İslam kardeşliğimizi, uhuvvet-i İslam’ı yeniden ihya etmek, yeniden olması gereken seviyeye yükseltmek için Müslümanlar arasında olan sıkıntıları, dedikoduları, kavgaları çeşit çeşit suni ihtilafları gidermek de yine Müslümanlara düşüyor.

Allah Teala ayetin son tarafında, “Bu hususta Allah’tan korkunuz. Umulur ki merhamet olursunuz.”buyurarak, İslam kardeşliğinin istenilen seviyede tutulmasını,  İslam kardeşliğini bozacak davranışlardan, sözlerden sakınılmasını, şayet beşeriyet icabı Müslümanlar arasında herhangi bir ihtilaf sıkıntı, kavga olursa yine bunu kendi aramızda düzeltmemizi istemektedir. Yani aramızda bir kısım insanlar, bu kavga halinde olan insanların arasını düzeltmeliler. “Vettekullah”  buyuruyor Allahu Teala. Allah’tan korkun ve bu ıslah işini yapın. Yapmazsanız demek ki Allah’tan korkmuş sayılmazsınız. Onun için ayet-i kerimede Allahu Teala:

“İçinizde insanları hayra çağıran, iyilikleri emreden, kötülükten sakındıran bir topluluk bulunsun. İşte onlar gerçek kurtuluşa erenlerdir.” (Âl-i İmran 104) buyuruyor.

Bir toplumun, bir milletin içerisinde, kendilerini hakka davet eden, iyilikleri emreden, kötülüklerden men eden bir topluluk olmazsa o topluluk damarları kurumuş bir bedene, ruhu çıkmış bir vücuda benzer. O beden şeklen insan suretindedir ama aslında hayatta değildir. İşte mânen de aralarında kendilerini uyaran birisi olmayan toplumlar, kanı kurumuş, ruhu çıkmış bir ceset gibidir. Evveliyetle Müslümanların arasında ilmiyle amil, takva ehli, hiçbir dünyevî maslahat gözetmeden sadece Müslümanların ıslahını kasteden insanların bulunması ve bunların yetiştirilmesi gerekir. Müslümanlar arası ihtilafları da bu topluluk vasıtasıyla çözmemiz gerekir.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bir hadis-i şerifte şöyle buyuruyor:

“Mü’minlerin, birbirlerini sevmede, birbirlerine acımada, birbirlerini korumada misali, bir cesede, bir vücuda benzer ki, cesedin herhangi bir uzvu rahatsız olsa, hastalansa, cesedin diğer uzuvları da bundan muzdarib olurlar ve uykusuz kalır, ateşler içinde yanarlar.” (Müslim, Birr)

Vücudun bir uzvuna ufacık bir diken batsa, beyin ondan hemen haberdar olur ve beyin vasıtasıyla diğer azalarımıza sirayet eder. İşte mü’minler de birbirini sevmekte, birbirine acımakta ve birbirini korumakta aynı vücudun uzuvları gibi olmalıdır, diye buyuruyor Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem.

Bir mü’minin bir sevinci olduğu zaman, diğer mü’minler de o mü’minin sevinciyle sevinmelidir. Onun sevinmesi demek hemen onun sevincinin bize sirayet edip bizim de sevinmemiz demektir. Bir mü’minin başına herhangi bir sıkıntı, herhangi bir hastalık, herhangi bir musibet gelse, diğer mü’minler de, o kardeşimiz gibi acı duymalıdır. Vücudumuzun herhangi bir yerine bir darp olsa vücudumuzun diğer azaları hemen harekete geçer. Elimiz harekete geçer, ayağımız harekete geçer, kulağımız harekete geçer, gözümüz harekete geçer. Ne yaparız? Uzvumuza gelen sıkıntıyı gidermek için ona yardımcı oluruz. Gözümüze herhangi bir şey gelse, göz kapaklarımızı kapatırız. Elle koruruz, ayakla koruruz.  Demek ki Müslümanlar da birbirini korumada böyle olacak. Bana ne demeyecek. Çünkü o bizim can kardeşimizdir, din kardeşimizdir. Onun o halinden biz de muzdarip olmalıyız ve onu koruma altına almalıyız.

İslam ümmeti çok çileler çekti, hâlâ çekmekte.

Peki, bunun sebepleri nedir, nereden kaynaklanıyor? Bunun esas kaynağı biz Müslümanlarız. Kendi aramızdaki İslam kardeşliğini pekiştiremedik. İslam kardeşliğinin vecibelerini yerine getiremedik. Düşmanla uğraşacağımıza birbirimizle uğraştık. Düşmana karşı birlik beraberlik olacağımıza, düşmanla birlik beraberlik olduk, başka kardeşlerimize karşı savaşlar açtık, tavırlar aldık. İşte bugün onun kötü neticelerini topluyoruz. Onun için Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin bu hadis-i şerifinde verdiği mesajlara dikkat edelim. Birbirimizi sevelim, birbirimizi koruyalım, birbirimize acıyalım, Allahu Teala’nın bizden istediği şekilde kardeşler olalım.

Müslümanlar olarak şunu bilelim ki kalplerin tevhidi olmadan fiillerin tevhidi olmaz. Öncelikle kalplerimizi birleştirmemiz lazım. Kalplerimizdeki kini, gayzı, adaveti, burudeti birbirimize karşı olan o kötü düşünceleri, kötü niyetleri atmalıyız ve kalpte Allahu Teâlâ, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin emrettiği şekilde muhabbet tohumları ekmeliyiz.

Allahu Teâlâ’yı sevmeliyiz, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemi sevmeliyiz ve mü’minler olarak birbirimizi sevmeliyiz. Bütün kalplerde sevgi, muhabbet tevhidi olursa, mü’minler birbirlerini hakkıyla severse, o zaman fiillerimizde de tevhid olur. Yani birlikte hareket ederiz. Çünkü bir millet, bir toplum birlikte hareket edemiyorsa, o toplumun, o milletin akıbeti perişanlıktır. İşte bugün Müslümanların hâlinin olduğu gibi. Onun için âlemlerin efendisi canımız, efendimiz, tek rehberimiz Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem, bir hadis-i şerifte buyuruyor ki:

“Sizden hiçbiriniz müslüman kardeşini sevmedikçe gerçekten iman etmiş sayılmaz, (kamil bir mü’min olamaz).”(Buhârî, Müslim)

Demek ki mü’min mü’min kardeşini sevecek. Aralarında zaman zaman beşeriyet icabı hadiseler olabilir, ufak tefek tatsızlıklar olabilir. Bunu kine, gayza, düşmanlığa dönüştürmemek lazım. Hemen ondan vazgeçmek, tevbe etmek ve suçlu olan özür dilemek, suçsuz olan da affetmek durumundadır. Affetmek büyük bir fazilettir. Din kardeşinden özür dilemek de bir fazilettir. Ama aslolan özür dileyecek işler yapmamaktır. Ama madem ki zaman zaman özür dileyecek işler yapabiliyoruz, öyleyse fazilet, özür beyan etmek ve hakkını gasp ettiğimiz veya gönlünü kırdığımız veyahut da hakkında çeşit çeşit iftira, yalan, dedikodu yaptığımız kişiden özür dilemektir.

Başka bir hadis-i şerifte de Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:

“Bir mü’min bir diğer mü’min için bir kısmı diğer kısımlarını kuvvetlendiren bir bina gibidir.”(Müslim) buyuruyor.

O bina ki, nasıl onun tuğlaları, taşları üst üste geliyor, birbirine kuvvet veriyor, birbirine yaslanıyor ve bir bina meydana getiriyorlarsa, işte mü’minler de aynı bu binanın taşları gibidir, buyuruyor. Güzel bir misalle âlemlerin efendisi İslam kardeşliğinin boyutunu bize gösteriyor.

Onlarca, binlerce malzemeyi, binlerce taşı toprağı bir tarafa yığsanız, kumu çimentoyu yığsanız, bunları bir meydanda toplasanız; yığın yığın yani binlerce bina kuracak kadar taş ve malzeme koysanız; eğer bunları konulması gereken yerlere koymazsanız, yani o tuğlaları o taşları üst üste dizmezseniz, o kumları, o çimentoyu birbirine katıp suya karıştırarak beton hâline getirmezseniz, malzemeleri yerli yerinde kullanmazsanız, keresteleri doğrayıp biçip kapı pencere yapmazsanız, o bina meydana gelmez. O malzemeler ne kadar kaliteli olursa olsun, isterseniz birinci sınıf malzeme olsun hiçbir şey fark etmez. İşte Müslümanlar da fert fert ne kadar kaliteli, ne kadar kıymetli olurlarsa olsunlar, ne kadar zeki, akıllı, çeşit çeşit kabiliyetlere sahip bulunurlarsa bulunsunlar teker teker bu kabiliyetler kısmî birer fayda sağlamakla beraber istenilen seviyede bir fayda sağlamaz. Ancak mü’minler aynı o binanın malzemeleri gibi bir araya gelirler kendi aralarında bir cemaat oluştururlar ve bir toplum oluştururlar, kendi aralarında en üst seviyede kardeşliği tesis ederler yani birbirini severler, birbirine itaat ederler, birbirine yardım ederler ve birbirine yardım etmenin de ötesinde diğergamlık yaparlar yani menfaat mevzu bahis olduğu zaman kardeşlerini kendi nefislerine tercih ederler, birbirleriyle sırdaş olurlar, gereken yerlere itaat ederler. İşte bu güzellikler birleştiği zaman, İslam’ın mü’minlerden istediği o muhteşem uhuvvet sarayı meydana gelir.

Biz bu malzemelere sahibiz. Kardeşliği en güzel şekilde oluşturmanın gerekleri bizim dinimizde var. Kur’an’da var, sünnette var, yaşadığımız geçmiş asırlarda örnekleri var.

Peki, biz şimdi niçin uhuvveti oluşturamıyoruz? Niçin düşmanlar haline geldik?  Niye bu haldeyiz? Niye düşmanlara, gayri müslimlere el açar hale geldik? Neden aramızdaki meseleleri kendimiz çözeceğimize gayri müslimler hakem oluyor? Bu ne rezalet, bu ne rüsvaylık!?

Sebep biziz. Biz Kur’an’dan, sünnetten, İslam’dan uzaklaştıkça böyle acınacak bir hale geldik. Yine Buhârî’de geçen bir hadis-i şerifte Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

“Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, düşmanın eline bırakmaz.”

Bu hadis-i şerifin ışığında kendimize ve ümmetin hâline bir bakalım.

Başka bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

“Kim bir müslüman kardeşinin hacetini giderirse Allah da onun hacetini giderir.” (Buhârî, Müslim)

Bir Müslüman’ın bir şeye ihtiyacı var şu veya bu sebeple o ihtiyacını gidermeye muktedir değil,  ihtiyacını giderecek başka bir mü’min hemen ona koşuyor, halini soruyor ve onun ihtiyacını gidermek için elindeki imkanları kullanıyor. Kişi böyle yaptığı zaman Allahu Teâlâ da onun ihtiyacını giderir, ona yardım eder. Bu hadisin devamında Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:

“Bir mü’min bir mü’minin sıkıntısını giderirse, Allahu Teâlâ o mü’minin sıkıntısını giderir.” buyuruyor.

Herhangi bir sıkıntı... Bu sıkıntı maddî olabilir, manevî olabilir. Maddî sıkıntılar malum, bunları halletmesi de kolaydır. Bundan daha önemli olan manevî sıkıntılardır. Asıl onlara çözüm bulmaya gayret edilmelidir. Mesela mü’min kişi herhangi bir meseleden dolayı bunalıma, strese girer. İşte siz o kişiye varıp onu teselli ederseniz, ona yardımcı olursanız onun bunalımını, stresini giderecek şekilde ona tesellilerde bulunursanız, siz de böyle bir durum düştüğünüz zaman Allahu Teâlâ da sizin sıkıntınızı giderir.

Dünyadaki sıkıntılarınızı giderdiği gibi Allahu Teâlâ ahiretteki sıkıntılarınızı da giderir. Oradaki sıkıntılar çok dehşetlidir.

Başka bir hadis-i şerifte:

“Bir Müslüman diğer Müslüman’ın bir kusurunu örterse Allah cc kıyamet gününde o kişinin kusurlarını örter(affeder).” (Ebu Davud) buyurulmaktadır.

Tefrika İslam’da çok mezmum bir fiildir. Onun için ayet-i kerimelerde hep, tefrika çıkarmamak, fitne çıkarmamak emrediliyor ve geçmiş milletlerin tefrikalarından örnekler verilerek uyarılıyor.

Enfal Suresi 46. ayet-i kerimede Allah Teâlâ:

“Allah’a itaat ediniz, O’nun Rasûlüne itaat ediniz, sakın birbirinizle çekişmeyiniz, didişmeyiniz. Eğer öyle yaparsanız gücünüz gider, devletiniz gider, cesaretiniz sönüverir. Ey mü’minler sabredin! Allah celle sabredenlerle beraberdir.”

Başka bir ayet-i kerimede de:

“(Sakın ola ki ey mü’minler!) Kendilerine açık açık deliller, Allah’ın ayetleri geldikten sonra ihtilafa düşüp de parça parça olanlar gibi olmayın. İşte bunlar için feci bir azap vardır.”(Âl-i İmran 105) buyurmaktadır.

Yani sizden önceki ümmetler, Musa aleyhisselamın kavmi, İsa aleyhisselamın kavmi, yahudiler, hıristiyanlar kendilerine gelen o hak beyanatlar karşısında, beyyineler karşısında ihtilafa düştüler, tefrikaya düştüler ve neticede dinlerini tahrip ettiler, kitaplarını tahrif ettiler, şirk ve küfre düştüler helak olup gittiler. Öbür âlemdeki helakleri ise sürekli ve ebediyyen ateş. (Rabbim cümlemizi korusun.)

İşte Allahu Teâlâ, ‘sakın onlar gibi olmayın ey mü’minler! Kitabınıza sarılın, sünnete sarılın!’ buyurmaktadır. Çünkü kitap ve sünnet bizim iki ana kaynağımızdır. Onlardan ayrılan haktan ayrılmış olur. Onları birbirinden ayıran, ‘bize Kur’an yeter, sünnete ihtiyacımız yok’ diyen de İslam’dan uzaklaşmış olur. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem,“tefrika çıkaran bizden değildir” (Taberânî) buyuruyor. Bu da bir tefrikadır. Çünkü Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin hayat-ı pâkileri ve mübarek kelamları (hadis-i şerifler) Kur’an’ın arı duru, açık seçik bir tefsiridir. Sünnet-i seniyye olmadan Kur’an’ı anlamak, sünnet-i seniyye olmadan İslam’ı yaşamak asla ve asla mümkün değildir. Başka bir hadis-i şerifte de Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem:

“Cemaat rahmettir tefrika azaptır, her kim cemaatten bir karış ayrılırsa İslamî bağlılığını kendisinden atmış olur.” (Camiü’s Sağir)buyuruyor.

Birlik ve dirliği bozulmuş, birlikte hareket etme kabiliyetini kaybetmiş sürekli birbiriyle çekişen, didişen topluluklar, milletler dağılıp parçalanır. Neticede başka milletlerin siyasî, iktisadî kültürel boyunduruğu altına girer, her şeylerini kaybetmekle karşı karşıya kalırlar.

O bakımdan İslâm dini Müslümanlara, birlik, beraberlik ve uyum içinde hareket etmelerini, hizmet etmelerini emreder.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Mü’min, mü’min için parçaları birbirine bağlanıp kenetlenmiş, muhkem bir bina gibidir.” (Buhârî)

Bu konuda milli şairimiz M. Akif de şöyle der:

“Değil mi cephemizin sînesinde iman bir

Sevinme bir, acı bir, gaye aynı, vicdan bir

Değil mi sinede birdir vuran yürek yılmaz

Cihan yıkılsa emin ol bu cephe sarsılmaz.”

Böyle olduğumuz devirlerde cephemiz hiç mi hiç sarsılmadı. Cihan tarihinin şahit olduğu en yüksek medeniyeti biz tesis ettik. Ne zamanki birbirimizle uğraşmaya, birbirimizle didişmeye başladık; ne zaman ki birlikte hareket etme kabiliyetimizi kaybettik, diğerkâmlık özelliğimizi kaybedip hodkâmlaştık. İşte o zaman hem biz hem de bütün insanlık bâdirelerden bâdirelere sürüklendi. Çeşit çeşit zulümlere, tasallutlara, soy kırımlarına maruz kaldık.

Yine Akif ne güzel söylemiş:

Girmeden tefrika bir millete düşman giremez,

Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez.

Evet, yüreklerimiz toplu olmalı, kalpte tevhidi, muhabbet tevhidini gerçekleştirmeliyiz ki fiillerimizde tevhid olsun, birlik ve beraberlik olsun.

Rabbimiz, nasıl bir din kardeşi olmamızı istiyorsa bizi öylece din kardeşleri eylesin.

Rabbimiz bizleri Müslüman olarak yaşatsın, Müslüman olarak öldürsün, Müslüman olarak diriltsin.

Aziz kardeşim! Gel hep beraber bir kalp gibi, bir beden gibi olalım. Uhuvvet sarayını bütün ihtişamıyla yeniden inşa edelim. Bütün insanlığın hayranlıkla temaşa edeceği, ondan bir fert olmak için koşacağı bir fazilet toplumu oluşturalım.

Canımız, efendimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin izine düşelim, asr-ı saadet Müslümanları ile buluşalım. Rabbimizin yüce katına yücelelim. Onun katında hiçlik şerbetinden kana kana içelim.

İlahî! Biz âciz, biz günahkâr kullarını bağışla,

Bizi bize, bizi nefsimize bırakma,

Nasıl bir kul olmamızı istiyorsan bizi öyle bir kul eyle,

Bizi son nefesimize kadar İslâm’a hizmetkâr eyle.

Biz günahkârlara acı! Bu zillet ve meskenetten kurtulmamız için bize medet eyle, yardım eyle.

Yeniden inşa edilecek olan uhuvvet sarayının bir işçisi eyle. Yeniden yükselecek olan fazilet toplumunun bir ferdi eyle.

Bizi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin haber verdiği, müjdelediği “Hak üzerinde kaim” cemaatten eyle! (ÂMİN)


NOT: Zeki Soyak Hocaefendinin Fazilet Toplumu adlı eserinden derlenmiştir.

Yazımızı paylaşın..

Facebook Twitter Whatsapp’ta Paylaş Google Email Print LinkedIn Pinterest Tumblr

Nisan 2013

Sayı: 297-1 (Özel Sayı)