İman ve İmkân Dâhilinde Bir Araya Gelmek
Mayıs 2017 Editör A- A+
A- A+

İman ve İmkân Dâhilinde Bir Araya Gelmek

Kıymetli Okuyucu;

Oylamanın at başı gittiği bir referandumu Nisan ayında geride bıraktık. Seçimin sıhhatinin tartışmaları, yerini seçim sonrası sürece ve sonuç değerlendirmelerine bıraktı. Referandumla ilgili değerlendirme ve yorumlarımızı geçtiğimiz sayıda kurumsal olarak ve köşe yazarlarımız aracılığıyla paylaşmıştık. Ülke siyasetinin yeni gündemi referandum sonrası cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar sürecek olan ara döneme yoğunlaştı. Devletin bekası ve milletin geleceği için bir dönüm noktası olarak görülen 16 Nisan’ın ardından şimdi seçimlerin yapılacağı döneme kadar geçecek olan kritik eşikteyiz.

Durduğumuz eşiğin ne kadar kritik olduğu bir Fransız’ın, mevcut/müstakbel cumhurbaşkanımızın mağlup edilebilmesi için girilen her yol ve yapılan her seçimin ardından güçlenerek çıktığını görmesi üzerine bir zihniyeti temsil edercesine yaptığı yorumdan anlaşılıyor. Bir Fransız, kendisinden binlerce kilometre uzaktaki bir ülkenin lideri hakkında ekranlarda konuşurken iki ihtimalin kaldığını söyleyip “suikast ve iç savaş”tan bahsedebiliyor.

Bir yandan “olağanüstü hal şartlarında” kendi cumhurbaşkanını seçmeye çalışan diğer yandan da başka ülke halklarının tercihleri hakkında ileri geri konuşan Fransa’da durum böyle. Hollanda ile 16 Nisan öncesinde atlı, köpekli, şiddetli bir gerginlik yaşamıştık. Almanya ile 15 Temmuz sonrasında FETÖ mensuplarıyla daha da önceden beri bölücü terör örgütü mensuplarıyla kurduğu yakın ilişkiden ve onlara tanıdığı sığınmacı hakkından dolayı devam eden bir kriz halindeyiz. Son yıllarda göçmen ve İslam karşıtlığı üzerinden prim yapan Siyaset Avrupasının vicdanının ve kanaatinin kurumsallaşmış hallerinden biri olarak bakabileceğimiz Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT), referandumun meşruiyeti ve seçim öncesi yaşanan propaganda sürecinde taraflarca gözetilmesi gereken eşitlik ve adaletin sağlanıp sağlanmadığının kontrolü için tayin ettiği “temsilciler ve rapor” üzerinden kendi adına durumdan vazife çıkarıyor.

17-25 Aralık sürecinde adını duymaya başladığımız Rıza Sarraf, bir bankanın genel müdür yardımcısı Mehmet Hakan Atilla ile birlikte ABD’de tutuklu yargılanıyor. ABD, bir sopaya dönüştürdüğü 17-25 Aralık dosyasıyla artık aracı kullanmadan, kendi topraklarında ve mahkemelerinde bizzat ilgileniyor. Sürecin Türkiye’ye yansımasına kesin gözüyle bakılırken diplomatik kulvarda Türkiye muhtemel tehlikeler karşısında önlem almaya çalışıyor. Türkiye sınırları dışında terörist tesislerini bombalıyor, hasar tespit çalışmalarını Amerikalı subaylar yapıyor. Manzaraya baktığımızda Batı’nın siyaset ajandasında Türkiye olarak ciddi bir yer kapladığımız anlaşılıyor.

Batı cephesinde değişen bir şey yokken, Batı’nın güdümünde hareket eden komşularımız ve bölge ülkeleri de konjonktürden faydalanıp kendilerine gelecek tayin etmeye çalışırken ülke güvenliğimizi riske atıyor. Renkli birer çıktının çok ötesinde anlamlar taşıyan Batı gazetelerinde mürekkep parasına -ama kanla çizilecek olan- yeni haritalar yayınlanıyor. Sivil ve üniformalı İngilizler, Irak’ta Barzani ile Irak haritası üzerinde yaptıkları analizlerle medyaya ve anlayanlara poz veriyor. Barzani’nin adamları Irak’ın kuzeyine devlet binalarına Irak bayraklarının yanında kendi bayraklarını asıyor ve bu yıl bağımsızlık referandumu yapacaklarını artık sık sık ve rahatlıkla söyleyebiliyor. O kadar ki Bağdat hükümetine bağlı olduğu halde Kerkük’ü de referanduma dâhil edeceklerini ifadeden çekinmiyorlar. Esed sonrasında Suriye’nin üçe bölüneceği artık bir iddianın ötesine geçerek gerçeğe doğru gidiyor. Irak ve Suriye’yle sınırlı kalmayan bölünme planlarında Yemen, Libya ve İran da var. Hatta Suudi Arabistan. Aynı tehlike maalesef Türkiye için de söz konusu.

“Onlara: Yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiği zaman, “Biz ancak ıslah edicileriz” derler.” (Bakara, 11)

Yukarıdan beri anlatmaya çalıştığımız gibi hedefteki ülkeleri zor günler bekliyor. Yapılabilecek en isabetli ve acil işlerden birincisi kavlî dua. Ardından da fiilî dua. Ümmetin fertlerinin aralarındaki her türlü tefrikaya son verip kardeşler olduğunu hatırlaması ve gereğini yapması. Zira “Küfür tek millettir.” Bölge ülkelerinin, kendi kuracakları bir masa etrafında dışarıdan birine gerek duymadan -ki onlar fitnecilerin ta kendisidir- toplanabilme iradesini gösterebilmeleri, “kendi meselelerimizi kendimiz çözeriz” mesajını vermeleri gerekiyor.

Rabbimiz bu millete ilk olarak 1000 yıl önce ikinci olarak 500 yıl ümmet birliğini tekrar kurma şerefini/nimetini verdi. Bu milleti bu sürede iki defa “âlemlere üstün kıldı.” Cenabı Hak’tan tekerrüren bu nimeti bahşetmesini diliyor, bu yükün onur ve sorumluluğunu taşıyan nesiller ve liderler nasip etmesini temenni ediyoruz.

Selam ve dua ile.

Yazımızı paylaşın..

Facebook Twitter Whatsapp’ta Paylaş Google Email Print LinkedIn Pinterest Tumblr