İlkadım'dan (Sayı: 326)
Eğer Allah dileseydi insanları tek bir ümmet olarak yaratırdı. İnsanların iman edip hidayet üzere olmalarına da, inkâr edip dalalet üzere olmalarına da müsaade etmiştir (Nahl, 93). İnsanların kimini kafir kimini de mü’min olarak yaratan O’dur (Teğabun, 2).
O, her işinde hikmet sahibidir, Hakîm’dir. Bu işindeki hikmeti anlayamayan meleklere “Ben şüphesiz sizin bilmediklerinizi bilirim.” demişti (Bakara, 30).
Allah, insanların hidayet ve dalalet yollarından dilediklerini seçmede serbest bırakmıştır ama insanı “başıboş” da bırakmamış, dilediklerinden ve yaptıklarından sorumlu tutmuştur. İnsanları, kendi içlerinden elçiler ve hatırlatıcı kitaplar göndererek sürekli uyarmış, hangi tercihlerde bulunurlarsa ve bu tercihlerini hayata nasıl uygularlarsa “kurtulacaklarını” göstermiştir.
Yaratıcımız, insanları içinde hayra çağıran, iyiliklerin toplum hayatına hâkim olmasını sağlayan ve kötülükleri de yasaklayarak engelleyen bir topluluk olmasını ister (Al-i İmran, 104). Eğer inanan insanlara yeryüzünde imkân/güç verirse onların salâtı ikame edeceklerini, zekâtı vereceklerini, marufu yerleştirip münkeri ortadan kaldıracaklarını ifade eder (Hacc, 41).
“Emr-i bi’l ma'ruf ve nehy-i ani’l münker bu ümmete, kitab, sünnet ve icmâ ile sabit olan bir farzdır.
Cemiyetin salâhı ancak iyilikleri emir ve kötülüklerden men etmekle mümkündür. Asr-ı saadetten beri müslümanlar bu hususta üzerlerine düşeni yapma gayreti içerisinde olmuşlardır.
Zamanımızda emr-i bi’l maruf ve nehy-i ani’l münker vazifesi aşırı derecede ihmal edilmektedir. Ya can ve malımıza, ya makam ve mevkîmize veya insanlar arasındaki itibarımıza zarar vereceği veyahut da emir ve nehiy yapacağımız kişi veya kişileri gücendireceğimiz endişesi ile bu mühim vazifeyi terk etmekteyiz. Şayet zâlime mâni olunmaz, kötülükler yaygın hâle gelir ve açıktan yapılırsa, o zaman ilahî azab, iyi, kötü herkese umumî olarak gelir.
Allah'ın rızasını talep edenler, iyilikleri emir ve kötülüklerden nehiy işine ehemmiyetle sarılmalı ve bu hususta hiçbir kimsenin kınamasına aldırış etmemeli ve hiç kimseden korkmamalıdır. "Allah kendi dinine yardım edene, elbette yardım edecektir." (Hac, 40)
Emr-i bi’l ma’ruf ve nehy-i ani’l münkeri terk eden ümmetler, birçok belâ ve musîbete uğramışlar, felâketten felâkete sürüklenmişler ve ilâhî azaba duçar olmuşlardır.
Rabbimiz İsrailoğullarının lanetlenme sebebini izah ederken “Onlar işledikleri herhangi bir fenalıktan birbirini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Gerçekten yapmakta devam ettikleri (o hâl) ne kötü idi.” (Maide, 79) buyurur.
Rabbimiz insanların “iman ettik” demeleri ile bırakılmayacağını, fitne ortamları ve odakları ile yüzleştirilerek imtihandan geçirileceğini ifade buyurmaktadır (Ankebut, 2).
İçinde yaşadığımız fetret döneminde ve cahilî düzenlerin hâkim olduğu şu zamanımızda bütün ehil müslümanlar, iyilikleri emir ve kötülükleri nehiy hususunda her türlü çabayı göstermeli, bütün imkânlarını seferber ederek, müslümanların İslâmî vasıf ve özelliklerini korumaları ve İslâm yolunda çalışmaları için gayret etmelidir. Bu hususta bütün müslümanlar kendine düşeni yapmalıdırlar.
Son Nebi’nin şu uyarıları daha hangi şiddette olmalıdır ki dikkatimizi çeksin:
“Nefsim kudret elinde bulunan Allah'a yemin olsun ki, ya iyilikleri emreder ve halkı kötülüklerden alıkoymaya çalışırsınız yahut Allah'ın üzerinize bir azab göndermesi yakındır. Sonra Allah'a dua edersiniz de duanız kabul olunmaz.” (Tirmizi)
“Hayır, Allah'a yemin olsun ki, ya iyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız, zalimin eli üzerine elinizi tutarak zulmüne mâni olursunuz, onu hakka döndürür ve hak üzerinde tutarsınız yahut Allah bazınızın kâlblerini diğerine benzetir de onlara lanet ettiği gibi, sizi de lanete uğratır.” (Ebu Davud)
Efendimiz aleyhissalatu vesselam’ın mübarek sözlerinde ifade buyrulduğu üzere bir mü’min herhangi bir kötülüğü görünce onu eli ile engellemelidir. Asıl olan mü’minin bu imkâna sahip olmasıdır. Yoksa bu imkâna sahip olmak için çabalaması ve Rabbinden istemesi gerekir. Bu imkâna sahip değilse dil ile nasihat etmeli ve korkutmak sûretiyle kötülüğe mâni olmaya çalışmalıdır.
Mü’minin en zayıfı -ki bu durum imanının zayıflığındandır- bunlara gücü veya cesareti yoksa kötüye ve kötülüğe kalben buğz eden, kötüye ve kötülüğe sevgi beslemeyendir.
Her mü’min başını elleri arasına almalı, Efendimizin ortaya koyduğu bu “imanmetre” ile imanının boyunu, ağırlığını ölçmelidir. Bırakın eliyle, diliyle çabalamak, kalben buğz etmek; kötülere ve kötülüklere sevgi beslemek, imrenmek hatta -Allah korusun- destek olmak mü’minliğin hangi derecesi ile ifade edilebilir iyi hesaplanmalıdır.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ikazına kulak verelim:
"Bir toplum, içlerinde günah işleyen bir kişi bulunup da, onu önlemeye muktedir oldukları halde önlemezse, Allah mutlaka onları ölümlerinden önce, o günahkâr yüzünden cezalandırır." (Ebu Davud)
Eylül ayı ile idrak ettiğimiz kurban bayramının okuyucularımız ve tüm ümmet için bereketli ve hayırlara vesile olmasını Rabbimizden dileriz.
Selam ve dua ile.