Kasım 2015 İdris ARPAT A- A+
A- A+

İlim

İlim, doğruluğunu kesin bilgi, hakîkatın bilgisi anlamına gelir. İlim, Yüce Yaratıcının varlığına, birliğine, kemâl-i kudretine işâret olan şeyin bilgisidir. İlim, insanlığımızın da müslümanlığımızın da alt yapısı, medeniyet ve kültürümüzün temelidir. İlimsiz insanlık da olmaz, müslümanlık da.

Şimdi şu âyet-i kerîme meallerini okuyalım:
“Sen daha önce kitap gönderilenlere tüm delilleri getirsen dahi onlar senin kıblene yönelmezler. Ve ne de onlar birbirlerinin kıblelerine yönelirler. Sana İLİM geldikten sonra eğer onların keyiflerine uysaydın, bu durumda sen kesinlikle kendine zulmedenlerden olurdun.” (2, Bekara Sûresi, a. 145)

“Sen onların inanç sistemini benimsemedikçe ne yahûdiler, ne de hıristiyanlar seni aslâ kabullenmeyecekler. Onlara şöyle de: Allah’ın rehberliği var ya işte gerçek rehberlik odur. Eğer sana gelen (mutlak hakîkatın) bilgisinden sonra onların keyfî sistemine uyarsan, Allah’ın elinden seni kurtaracak ne bir yâr, ne de yardımcı bulabilirsin.” (2, Bekara Sûresi, a. 120)

Bu iki âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak, Kur’ân ayetlerine “ilim” ismini veriyor.

Âyet-i kerîmelerden kısaca şu anlaşılır:

Eğer insanlık âilesi, Allah’tan gelen doğrulara değil de hevâ ve heveslerine uyacak olursa hem doğrular, hem de onları gönderen yüce makâm lâyıkıyla takdir edilmemiş olur. Artı, hevâ ve hevese dayalı yaşayış insan fıtratıyla çatışacağından kişi kendine de zulmetmiş olur. (30/Rûm Sûresi, a. 30)

İkinci âyet-i kerimede bu “kadru kıymet bilmezlik” apaçık görünüyor. Bu bir suçtur. Cezâsı “yâr yardımcısız” kalmaktır. Bu yanlış tercih, Allah’tan başka ilahlar edinmeyi de berâberinde getiriyor.

“De ki, Rabbim ilmimi artır.” (20/Tâhâ, a. 114)

Peygamberimize ve dolayısıyla bütün mü’minlere Cenâb-ı Hak bu duâyı öğretiyor. Nitekim İbn Abbas namaz kıldırırken bu sureyi okur, bu âyetin ardından vahiyle diyaloğa girerek şu duâyı eder: “Ey Rabbim benim de ilmimi artır.” (M. İslamoğlu, Gerekçeli Meâl Tefsir, c. 1, s. 611-612)

Âyet-i kerîmeye göre, mü’min kendi imkânları dâhilinde sürekli ilmî gayret içinde olacak ve bu konuda “Alim” olan Allah’tan yardım isteyecektir.

Âyet-i kerîmeye dikkât ettiğimizde mü’min, “İlim nasib et” demiyecek, “İlmimi artır” diyecektir. Bu, öğrenme faaliyetinin sürüp gitmesi anlamına gelir.

“De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (39/Zümer, a. 9)

“Her ilim sâhibinin ötesinde daha iyi bilen birisi vardır.” (12/Yûsuf, a.76)

Bilenle bilmeyen elbette bir olmaz. Bir ağacı odun olarak görmek başka, oksijen fabrikası, Allah’ı gösteren bir işâret parmağı olarak görmek başkadır.

İlmimizi sürekli artırmalı ama, ulaştığımız mertebe ne olursa olsun tevâzu hasletinden mahrum kalmamalıyız.

Bilgi düşüncenin ham maddesidir. İnsanlar düşünürken bilgilerini kullanırlar. Doğru ve güzel şeyler biliyorsanız güzel düşünürsünüz. Güzel düşünüyorsanız isabetli kararlara ulaşırsınız. Bu kararlar eyleme dönüştüğünde hayat güzelleşir.

Dikkat buyurmalı ki, âyet-i kerîme, mef’ûlü zikretmeyerek mânâyı alabildiğine genişletmekte, hayâtın bütün alanlarını kapsar hâle getirmektedir.

“Tabiî bilimleri” talep husûsunda Peygamberimiz şöyle buyurur: “Allah’ım bana eşyâyı aslî mahiyetiyle göster.”

Eşyâyı aslî mahiyetiyle görmek, yapısını, kimyâsını bilmekle olur. Bu, laboratuvarın vereceği bilgidir.

Bu ilimlerde ilerlemek hem îmânımızın, hem de hayat düzeyimizin yükselmesi demektir.

Varlık karşısında takınılan bu tavır, tabiat ve âlemi okuması gereken bir kitaba dönüştürür.

Burada “kullarından Allah’a derin saygı besleyenler ancak ve ancak âlim olanlardır” âyet-i kerîmesini hatırlamanın tam yeridir. (35/Fâtır, a. 28) Bilenler, varlıklara hâkim olan kanunları görür ve Yüce Yaratıcıya derin saygı duyarlar.

Anlıyoruz ki Cenâb-ı Hak bize “ya Rabbî ilmimi artır” duasını öğretirken kendini tanıtmak istiyor.

Vahiy tarafından ilmin bu kadar önemli görülmesi yükselmenin de, yücelmenin de altyapısı oluşundandır.

Durum buyken, neden İslam dünyâsı ilim konusunda yayadır, bir varlık gösterememektedir?

Bu, çok derin ve apayrı bir konudur. Bu, kolay izah edilemeyecek suâlin cevâbı mutlakâ bulunmalı ve açık açık konuşulmalıdır. Derdin üzerinin örtüp durmak yanlıştır. Bu böyle dürüp gidemez. Artık deniz bitmiş, bıçak kemiğe dayanmıştır.

İlmin şânını göklere kaldıran bir din ve alçak sürünme talimi yapan mü’minler.

Yo, hayır! Bu tam bir çelişkidir. Ortada bir yanlışlığın var olduğu kesindir.

Yazımızı paylaşın..

Facebook Twitter Whatsapp’ta Paylaş Google Email Print LinkedIn Pinterest Tumblr