Nisan 2017 Ebubekir Sıddık YAŞLI A- A+
A- A+

Hükümden Hikmete “Ahiret Eğitiminden Ahiret İçin Eğitime”

İnsanoğlu, doğduğu anda diğer birçok yaratılmışa göre, yardıma ve desteğe daha çok ihtiyaç duyan, aciz bir varlık görünümündedir. Bununla birlikte diğer birçok canlı türüne göre insanoğlu, yaşama başlarken ki bu eksik yönlerini kısa sürede tamamlayarak aralarındaki farkı kapatabilecek, hatta diğer varlıkların önüne geçebilecek bir donanımla dünyaya gelmektedir. Onun aklı, iradesi, düşünebilme yetisi, öğrenebilme imkânı, tahmin etme gücü, yerine göre hırsı ve arzuları, bedensel birçok eksiğin kısa sürede tamamlanıp diğer varlıklara göre bedensel olmasa da, kendini ve çevresini kontrol altında tutma ve yön verme konusunda daha güçlü hale gelebilme imkânı sağlamaktadır.

Burada önemli olan nokta, doğumla birlikte beraberinde getirdiği bu yetenek ve güçleri, hangi amaçlarla, ne şekilde ve ne ölçüde işlevsel olarak kullanabileceğidir. Çünkü bu güç ve yetenekler ona çok farklı imkânlar sunmaktadır. Bu imkânlar, insan ve insanlık için bir fırsat olabileceği gibi birtakım tehditler de oluşturabilmektedir. Öğrenme kabiliyetinin bir sonucu olarak saf ve temiz olarak dünyaya gelen insanoğlu, diğer varlıklara tahakküm eden, zalim ve vahşi bir insan olabileceği gibi aklıselim, kalbi selim ve zevki selim sahibi bir insan da olabilecektir. Hiç şüphesiz burada en belirleyici etkenlerden biri, insanın tüm kabiliyetlerinin terbiye edilmesi süreci, yani eğitilmesi sürecinin şekli ve içeriğidir.

Genel kabul gördüğü üzere hayat boyu devam eden bir süreç olarak eğitim, bir taraftan hayata uyumlu hale gelmesi, diğer taraftan ise yaşamı etkin olarak sürdürme yeterliklerini kazandırmayı amaçlamaktadır. Yaşamda etkin olmak bir amaç olmayıp, mutluluk ve huzurun temini için bir araç niteliği taşımaktadır. Hiç şüphesiz eğitim de bir araçtır; ancak, yaşamın genel seyrine renk veren, yön çizen bir araç olma gücünü barındırmaktadır. Buna göre, insanoğlunun aldığı eğitimin amaç, kapsam, şekil vb. özelliklerinin, üzerinde durulmaya değer konular olduğu söylenebilir.

Bu nedenledir ki tarih boyunca “insan ne için eğitilir, nasıl eğitilir, ne ile eğitilir?” gibi daha birçok soru, düşünür ve yazarların zihnini meşgul etmiştir. Bu konuda birçok teori ve uygulama modelleri üretilmiştir. Üretilen bu kuram ve modeller çok farklı şekilde sınıflanabilir. Bu doğrultuda kuram ve modelleri, dünya ve ahiret odaklı olanlar şeklinde de sınıflamak mümkündür. Buna göre, kuram ve modellerin bazılarında dünya odaklı, bazılarında da ahiret odaklı tanımlama, ilke ve tespitlere yer verildiği dikkati çekmektedir. Kimi zaman da dünya ve ahiret odaklılık konusunda ifrat ve tefrite giden yaklaşım ve pozisyonlar ortaya çıkmış; denge kurmada zorlanılmıştır.

Gerçekte düşülen yanlışın, dünya ya da ahirete biçilen değerde doğru bir ölçünün koyulamayışının olduğu belirtilmelidir. Dünyaya aşırı değer yükleyip ahireti hiçe sayan ya da ahireti esas alıp dünyayı ona hazırlık için bir dönem (tarla) olduğu gerçeğini göz ardı eden yaklaşımlar ifrat ve tefrit hastalığını beslemektedir. Bunlardan biri, her şeyi bu dünyadan ibaret görüp ahireti reddeden pozitivist, materyalist ya da pragmatist bakışı; diğeri ise aşırı kadercilik, salt mistisizm gibi aklı ve dünyayı yok sayan bir yaklaşımı doğurmuştur. İfrat ve tefriti yansıtan bu iki bakış, sonuçta, insanoğlunun zihin ve gönül dünyasını, farklı hastalıklara zemin hazırlayan, onları besleyen ve büyüten uygun bir vasat haline dönüştürmüştür.

Beşeri sistemlerin hemen hepsinde dünya ve ahiret arasındaki denge bozulmuşken, ilahi dinlerin, bu dengeyi kurmak üzere gönderildiği söylenebilir. Genel olarak ilahi dinler, özelde ise İslam, bu dengeyi kuran bir bakış üzerine temellenmiştir. “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışma” prensibi, bu dengeyi en güzel şekilde özetlemektedir. Buna karşılık, Yahudilik ve Hristiyanlık gibi ilahi kaynaklı dinler ise, insanoğlunun müdahalesi ile bozulmuş ve bu nedenle de dünya-ahiret arasındaki dengeyi kaçırmış gözükmektedir.

Hiç şüphesiz çare, insanoğlunun biçimlenme süreci olan eğitimin; amaç, kapsam ve yöntem olarak doğru bir zemine oturtulmasıdır. Eğitim süreçlerinin insana, fıtratına uygun bir kimlik ve kişilik kazandıracak şekilde yapılandırılması ve işlerlik kazandırılması ile bu sorun önemli ölçüde aşılabilir. Bireylerin, dünya hayatını ahiret âlemine hazırlık için bir evre olarak değerlendirecek şekilde yetiştirilmesi, eğitimin temel işlevi olarak ele alınmalıdır. Bu işleve uygun amaç ve ona uygun kapsam ve yöntemleri içeren bir eğitim süreciyle birey, hem bu dünyasını hem de ahiretini kurtaracak düşünce ve değerlere sahip olabilecektir.

Kısaca; insanın zihin ve gönül dünyasında dünya ve ahiret âlemi doğru bir zemine oturtulmalı; dünya ve ahiret yurtları arasındaki öncelik ve önemlilik ilişkisi doğru belirlenmelidir. Bireyde, dünya ve ahiretin hak ettiği değere hak ettiği ölçüde sahip olduğu bir zihin ve gönül dünyası inşa edilmelidir. Bu gereklilikler, gerekliliğin ötesine taşınarak eğitimin, zamanlar üstü ve âlemşümul gayesi olarak telakki edilmeli; tüm düzenlemeler bu temel gaye doğrultusunda tesis edilmelidir. Aksi durumda, dünya ve ahirete ilişkin zihin ve gönül dünyasındaki dengelerin bozulması ile, birey ve toplum yaşamında sıkıntı ve sorunların derinleşmesi ve çetrefilleşmesi, doğal ve zorunlu bir sonuç olarak karşımıza çıkacaktır.

Bu durum, eğitim ile dünya-ahiret ilişkisinin kurulmasını ve birbirini bütünlemesini gerektirmektedir. Yine bu durumunda bir eğitim sorunu olduğu belirtilmelidir.

Eğitim-Ahiret İlişkisi

Eğitim ve ahiret arasındaki ilişki, iki çerçevede değerlendirilebilir: (1) “Ahiret eğitimi”, (2) “Ahiret için eğitim”. Eğitim süreçlerinin amacı, kapsamı, yöntemleri ve değerlendirme mekanizmaları, bu iki çerçeve esas alınarak belirlenir/belirlenmelidir.

Ahiret eğitimi, ahiret kavramının zihinlerde doğru bir şekilde oluşmasını ve onun varlığına ilişkin inancın kalbe yerleşmesini kapsamaktadır. İnsanların zihinlerinde ahiret âlemi hakkında bilgi ve bilinç oluşturmayı, kalplerinde/gönüllerinde yine bu âleme ilişkin inanç oluşturmayı ve duyarlıklar kazandırmayı amaçlar.

“Ahiret için eğitim” ise, gerçekte “ahiret eğitimi”ni de kapsayan, daha geniş tabanlı ve kapsamlı bir süreci ifade etmektedir. Ahiret için eğitim, dünyadaki yaşamlarını sürdürürken insanları; zihinsel, kalbî ve bedensel özellikler açısından ahiret yaşamına hazırlayacak özellik ve yeterlikler kazandırma süreci olarak tanımlanabilir. Bu eğitimin amacı, insanı dünya hayatında iken ahiret hayatına hazırlamaktır. Başka bir ifade ile insanda, ahirette mutlu ve huzurlu bir yaşam sürebilmesi için ömür sermayesini etkin değerlendirebilecek özelliklerle bezenmiş bir kimlik ve kişilik inşa etmek, ahiret için eğitim sürecinin amacını oluşturmaktadır.

İslam inancı açısından dünya ömrünün, Allah azze ve celle’nin öyle takdir etmesi nedeniyle sonsuz yaşamın sonlu bir evresi olarak görülmesi daha uygundur. Gerçekte ruhlar âlemi, dünya ve ahiret âlemi olarak yaşamın üçe ayrılması da çok doğru bir bakışı yansıtmamaktadır. Ruhlar âlemi, dünya âlemi ve ahiret âlemi, başlangıcı belli, sonu ise Allah azze ve celle’nin öyle takdir etmesi nedeniyle olmayan bir süreci içermektedir. Bu çerçevede ruhlar âlemini dünyadan, dünya âlemini ise ahiretten bağımsız olarak düşünmek İslam inancı açısından uygun olmadığı söylenebilir. Bu parçalayıcı felsefe, materyalist ve pozitivist felsefenin (bakışın), insanlar nazarında genel kabul gören bu bütüncül bakışı reddetmek adına yaptığı sûnî bir ayrıştırma olarak nitelenebilir.

Ruhlar âleminde verilen söz ya da yapılan eylemler dünya hayatını; dünya hayatındaki söz ve eylemler ise ahiret hayatını biçimlendirmiştir/biçimlendirmektedir. O halde bu bütünlüğü korumak, bütüncül bakışa göre süreci düşünmek ve biçimlendirmek, eğitim süreçlerini de bu bütünlüğü bozmayacak şekilde yapılandırmak hem daha İslamî hem de daha tutarlı ve sistematik olacaktır.

Eğitim, Bir Tebliğ Sürecidir

Eğitim ya da terbiye kavramları kapsamında değerlendirilebilecek kavramlardan biri de tebliğdir. Gerçekte eğitim/terbiye, bir tebliğ sürecidir: Tebliğ; bilgi, değer, tutum ve davranışların aktarıldığı bir süreci ifade etmektedir. Bu ilişkilendirme, amaç, kapsam ve yöntemler açısından tam bir çakışıklık halini yansıtmalarından dolayıdır. Eğitimin amacı ve kapsamına ilişkin yukarıda ifade edilen her şey, tebliğ için de geçerlidir.

Hiç şüphesiz eğitim/tebliğ sürecinin işletilmesi ve geliştirilmesi sürecinde, en büyük görev eğitimcilere/tebliğcilere düşmektedir. Tebliğci, çevresindeki insanlara bildiklerini, hissettiklerini ve yaptıklarını aktarmak yoluyla onların zihin, gönül ve davranış âlemlerine şekil verme işini yapan kişidir. Böylelikle o, gerçekte, çevresindeki kişilerde bir kimlik ve kişilik inşa süreci yürütmektedir. Tebliğ sürecinin başarıyla sonuçlanabilmesi için ilk ve temel şart ise eğitimcilerin/tebliğcilerin zihin ve gönül âleminde dünya-ahiret algısının sağlıklı ve sağlam şekilde yerleşmiş olmasıdır.

Tebliğci tebliğ sürecini biçimlendirirken, tebliğ edeceği şeyleri öncelikle kendisinin bilmesi, inanması/benimsemesi ve bu bilgi ve benimsediklerini davranışlarına yansıtması önemlidir. Ahiret eğitimi ya da ahiret için eğitim yapacak tebliğcinin, ahireti ve ona taalluk eden bilgi, duygu ve davranışlar üzerine inşa olmuş bir kimlik ve kişiliğe sahip olması gerekmektedir.

Ahiret hayatının yapısını, gereklerini, gerçeklerini, özelliklerini bilen bir tebliğcinin, tebliğde bulunduğu diğer kimselere fayda sağlaması, öncelikle ahiret inancının gücü ve niteliği ile ilişkilidir. Kendisi bu konuda bir takım tereddütleri bulunan bir eğitimcinin, bilgisinden ve bildiğinden emin olmayan bir tebliğcinin insanların zihin ve gönül dünyalarından doğru bir ahiret algısını oluşturması beklenemez.

Öncelikle tebliğcinin, tebliğ sürecinin gerekliliği ile ilgili güçlü bir inanca sahip olması gerekmektedir. Bugün eğitimciyi ya da tebliğciyi tehdit eden önemli etkenlerden biri, tükenmişlik ya da motivasyon düşüklüğüdür. Tebliğciyi harekete geçirecek, motive edecek, azim ve kararlılıkla süreci devam ettirmesini sağlayacak gerçek gücün, ahiret inancı olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Bu süreçteki her bir söylem ve eyleminin ahiret hayatı için bir karşılığının bulunduğu gerçeği, tebliğciyi sürekli bir gayret ve çabaya sevk edecektir. Bu nedenle tebliğcinin dimağının zeminin ahiret inancının oluşturması durumunda motivasyonsuzluk ya da tükenmişlik sorunu önemli ölçüde aşılabilecektir.

Nitekim sorumluluk sahibi insanın dünya yaşamında yaptığı her bir işin, ahirette olumlu yönde karşılığını alacağı tezi, İslam inancının temel prensiplerinden biridir. Bu nedenle tebliğci, en azından iyi niyet ve doğru amel gayreti üzerinde bir süreç inşa etmeye uğraş vermelidir. Çünkü İslam inancının bir diğer temel prensibi, oldurma yetki ve gücünün yalnızca Allah azze ve celle’ye mahsus olduğudur.

Terminolojik olarak “tebliğ” ya da “tebliğci” kelimesi her ne kadar çoğunlukla inanç ve ibadetle ilgili konuların bireylere açıklanması/aktarılması ile ilişkili bir anlamı çağrıştırsa da bunun, anlamı sınırlandıran bir durumu yansıttığı belirtilmelidir. Başka bir ifade ile tebliğ, yalnızca inanç ve ibadetle ilgili konularla sınırlı tutulmamalıdır. Dünyevî konularla ilgili açıklama ve aktarımlarda da eğitimcinin/tebliğcinin, ahiret inancının etkisiyle doğru içerikler aktarması beklenir. Zira bu aktarımlar nedeniyle insanların doğru ya da yanlış bilgi ve duygular edinmeleri, bunlar doğrultusunda sergiledikleri davranışları ile kendilerine ve çevresindekilere fayda ya da zarar vermeleri mümkün hale gelmektedir.

Son Söz

Hoca Ahmet Yesevî rahmetullahi aleyh ve onun Divan-ı Hikmet adlı eserinden yola çıkarak “hüküm” ve “hikmet” kavramları arasındaki ilişkiye dair tespitlerde bulunmaya çalışan İbrahim Kalın[1], hükmün suretlere dayandığını; hikmetin ise bu suretlerin arkasındaki anlam olduğunu ifade etmektedir. Hükmün, “ne” ve “nasıl” sorularına, hikmetin ise “niçin” sorusuna cevap oluşturduğunu belirtmektedir. Eğer bizler eğitim/tebliğ sürecini bir gereklilik olarak niteliyorsak ve bunu hem bu dünyada hem de ahirette huzura ulaştıran bir yol olarak görüyorsak, hüküm kısmının bu dünyaya, hikmet kısmının ise ahirete taalluk ettiğini söyleyebiliriz.

Diğer taraftan hükümlerden yola çıkıp hikmete ulaşmak ya da eğitim/tebliğ yaşamını hikmete dayandırarak biçimlendirmek isteyen bir eğitimcinin/tebliğcinin, dünya yaşamında ama onun ötesindeki ahiret yaşamı doğrultusunda hareket etmesi gerektiği söylenebilir.

 


[1] Kalın, İbrahim (2017). Hoca Ahmed Yesevî, Hüküm ve Hikmet. Bilig, Sayı: 80, ss:1-14.

Yazımızı paylaşın..

Facebook Twitter Whatsapp’ta Paylaş Google Email Print LinkedIn Pinterest Tumblr