Haziran 2011 İbrahim ÇİFTÇİ A- A+
A- A+

DÜŞÜNCE ÜZERİNE  DÜŞÜNCELER

Karşılaştırmalar yapma, ayırma, birleştirme, şekilleri kavrama yetisine düşünme; bunların sonunda ulaşılan şeye de düşünce denir.   Aristo’nun “insanı hayvandan ayıran fark” dediği düşünceye,  Decart ”düşünmek var olmaktır.” Derken Kant “Düşünmek yargılamaktır diyor.

İslam Dünyası’nın “tefekkür “ dediği düşünce, gerçekleri söz konusu ederse somut, ideal nesnelere yönelirse soyut olur. Düşünmenin sınırı yoktur. İyisi de kötüsü de olabilir. Düşünce söylenmelidir. Söylenmeyen düşünce zaten bilinmez ve yoktur. Düşünebilmek için düşüncelere ulaşabilme özgürlüğümüz olmalıdır. Düşünebilmek için düşünce kınanmamalıdır (aşağılama,öteleme). Tenkitle kınama karıştırılmamalıdır. Düşünebilmek için dini inanışların kıskanılmaması gerekir (vicdan hürriyeti).

İnsan alışılageleni yaparken düşünmeye gerek görmez. Ancak bunlarda bir aksama olursa, yeni durumlarla karşılaşırsa düşünmeye ihtiyaç duyar. Düşüncemiz sayesinde etrafımıza uygun öneriler, davranışlar sunarız.

İnsan şuur sahibidir. Kendi dışında olanları kavradığı gibi kendi bilincini de algılar. Bu ”BİLME” dir. İnsan, toplum içinde yaşayan bir varlık olarak, kendi içinde yaşadığı toplumu, onun kültürel değerlerini de öğrenir ve onları kendine ölçü alır. Bu sebeple aydın kişiden dağdaki çobana kadar hayata, varlıklara, olaylara bir bakış açısı vardı. Bu da “ÖLÇÜ” dür.

Ben neyim, hayat nedir, evren nedir? Niçin varım, niçin yaşıyorum, sonra ne olacağım? Nasıl yaşayalım, Nasıl yaşarsam mutlu olurum, niçin böyleyim?” Bu sorular düşünen insanın sorularıdır. Soruların karşılığı da “dünya görüşüdür, bakış açısıdır, ölçüdür.” Dünya görüşüne göre düşünmek,  yaşamak.

İnsan düşünür ama ölçüsü ne? Aklı olan insan düşünür. Ölçü olamayacak bakış açısıyla düşünür.” HAYALLER, GERÇEKLEŞMEYEN HAYALLER”  düşüneni  boşluğa, kaosa götürür. Düşünce boş olursa, düşünen bunalımlara düşer, sürüklenir.

Gerçek dışı, muhal düşünce, düşünenin apışmasına, yılgınlaşmasına sebep olur. Mücadele azmini yitirir, direnci kırılır, karamsarlığa düşer, bedbinliğe sürüklenir. Tüm bunlar kişiyi yıpratır ve çökertir.

Şimdi sorabilirsiniz: Etrafımızdaki insanlar niçin gergin, patlamaya hazır bomba gibi? Niçin her yerde kavga? Evler niçin tartışma mekânı? Çünkü ölçü yok. Sağlıklılık yok. Denge yok. Ölçüsüz, dengesiz, sağlıksız düşünceler sağlıksız bireyleri, sağlıksız bireyler de sağlıksız cemiyeti oluşturuyor.

İyi düşünelim iyi olalım. “Nasılsın?” sorusuna “İyi diyelim, iyi olalım.” der bazıları. İyi bir yaklaşım. İyi düşünce kişiyi, ruhsal durumu pozitif etkiler. İyi niyet, iyi fikir, doğru hareket ve davranışları doğurur.

Sorular sorulur cevapsız kalır. Ya da cevap tatmin edici olmaz.  Dersiniz ki ”Ey düşünce bu sorulara cevap ver tatmin edici olsun. Eğer düşüncede bir ölçü varsa bu soruların da cevabı vardı.  Diğer sayıda “ düşüncede ölçü “ diyelim inşallah.

**

İbrahim Çiftçi

Şerafet BULUT Hocam çok önemli bir yaraya parmak basmışlar. Bebekler “ninni”siz, çocuklar ” masal”sız, gençler ”ilahi”siz, büyükler de sorumsuz oldu. Kapıları hep kapalı duran “çocuk ve genç odalarına” teknolojiyi tek hakim yaptık. Şerafet Hocam bu konuyu hoş üslubu ile işlemiş. İlgisine teşekkür ediyor ve yeni çalışmalar bekliyoruz.

MASALLAR ÖKSÜZ KALMASIN 

Sözlü kültürden yazılı geleneğe geçen insan, kitap medeniyetinde zirveleri keşfetti. Kaf dağlarının doruklarında çocuklara da saraylar ayrılmıştı. Küçüklerin saltanatı yüzyıllarca devam etti.

İyilerle kötülerin mücadelesini, zayıflarla güçlülerin kavgasını hep masallarda görmedik mi? Zafer, daima iyilerin ve haklıların değil miydi? Çocuk gönlümüzle doğruların yanında saf tutardık. Onlarla üzülür, onlarla gülerdik. Hayal denizimiz  dalgalanır, berraklaşır ve enginleşirdi. Ümit bahçemiz, rengârenk çiçeklerle süslenirdi. Annemizin masalları ile uyur, rüyalarımızda Anka’larla yarışırdık. Keloğlan’la dost olur,  rüzgârlara karışır, devlerle, cücelerle tanışırdık.

Devir değişti. Masallar unutuldu.  Tabiatla iç içe yaşayan çocuklar, açık havaya hasret kaldılar. Evin dışındaki güzelliklere bilgisayar penceresinden bakar duruma geldiler. Sınırsız iletişim hem hayal dünyasını, hem de hareket alanlarını kısıtladı. Hayatı büyük ölçüde kolaylaştırdığı var sayılan dijital âlem, insanları kendine meftun eyledi. Bu tek taraflı bağlılık, önce bağımlılığa, sonra esarete dönüştü. Ya hep- ya hiç anlayışı, insanı ifrat ve tefrit tuzağına düşürdü. İnsan, ruh ve beden sağlığını yitirmeye başladı. Özellikle, çok gelişmiş ülkelerde  internet, cep telefonu ve televizyon bağımlılarının oranları hızla yükselmekte. Çocuklar da, yetişkinler de aynı şiddetli fırtınanın çekim alanında. Tehlike çemberi hızla genişlemektedir.

Gelişim çağındaki çocukları, adeta kendine bağlayan renkli ekranlar, onların hem beden , hem de zihin yapılarını sarsmakta, çevre ile iletişim kurmalarını  engellemektedir.  Açık hava oyunları, meydanı bilgisayar entrikalarına bırakınca, gençlik tabiatın dışına itildi; masa başına mahkûm oldu. 

Bilgisayar oyunları,  birçok problemi beraberinde getirdi: Genellikle, maddeci  ve bireyci bir anlayışla hazırlanan bu oyunlar, insanı bencilliğe ve yalnızlığa itmeye başladı. Dinî ve millî değerler sarsıldı. Tüketim çılgınlığı yaygınlaştı. İnsan  ruhen ve bedenen yıpranmaya başladı.  Bu oyunlardaki gizli reklamlar, beyin yıkama yöntemleri,  insanın zihin denizini bulandırdı,  kişinin iç âlemindeki dalgalar, şiddetli  kasırgalar  ruh dünyasını sarsmaya, dengeleri bozmaya başladı. Tedbir almak için zaman hızla daralmaktadır. Çin’de  gençliği korumak  için binlerce internet evi kapatılmış ve başka tedbirler alınmıştır.

Avrupa ülkelerinin bazılarında, Osmanlı’daki “Mahalle Sistemi”ne benzer çalışmalar yapılmaktadır. Hatta  bazı Avrupa ülkelerde mahalle görevlilerine” İslam Polisi” adı verilmektedir. Küçük anlaşmazlıkları bu görevliler, yerinde çözmekte, gençlere ve isteyenlere rehberlik hizmeti sunmaktadırlar.  Avrupa, bizi bizden önce keşfetmişe benziyor.

Masalların öksüz kalmasını istemiyorsak, çocukları kendi değerlerimize uygun biçimde yetiştirmek mecburiyetindeyiz. Onları, masalsız, inançsız,  tarihsiz ve  ruhsuz  bırakmak  sorumluluklarımızı yerine getirmemizi engeller. Onları, teknolojinin  insafsızlığına  terk etme lüksümüz yoktur. Gençliği elektronik  esaretten mutlaka kurtarmak mecburiyetindeyiz.  Teknolojiye esir olan değil, onu gerektiği gibi kullanan nesiller yetiştirmeliyiz.  Klasik masallarımızı tekrar canlandırmak, değerlerimize uygun çağdaş masallar yazmak,  bunları yazılı, sesli ve görüntülü imkânlarla, yeniden, çocuklarımızın hizmetine sunmak  öncelikli vazifemiz olmalı.     

Şerafet  BULUT

Yazımızı paylaşın..

Facebook Twitter Whatsapp’ta Paylaş Google Email Print LinkedIn Pinterest Tumblr