DOST OLABİLMEK DOST KALABİLMEK
Cenab-ı Hakk’ın razı olduğu ve bizleri yönlendirdiği en samimi dostluklar, hakiki sevgi ve saygı üzerine bina edilir. Bu da ancak gönüllerimize ilâhî neşeden, ilâhî aşk’tan nasip almakla mümkündür. Zira arzu edilen böylesi güzel dostluklar ancak Allah Teala’nın kalplerimize vermiş olduğu güzellikler neticesinde ortaya çıkar. Yani dostluklar ancak O’nun aşkı, O’nun sevgisi doğrultusunda sağlam bir zemine inşa edilebilir.
İnsanın zor zamanları vardır. O zor zamanlar, insanda çeşitli hallerin zuhuruna vesile olabilecek anlardır. O zor anlarında insan, yanı başında dostlarını görmek, derdini açmak, derdini paylaşmak arzu eder. Öyle zamanlarda yalnız kalması tehlikeli durumlara yol açabilir. Psikolojik sıkıntılar peş peşe oluşarak, işin içinden çıkılmaz bir hâl oluşabilir. İşte bu yüzden, bu anlarda insanın en büyük ihtiyacı “dost”tur.
Kimileri vardır; iyi gün dostudur, ihtiyacına cevap verdiğin müddetçe yanındadır, yüzüne güler, koşar… Ama iyi günler bittiğinde, sıkıntıya düştüğünde bin bir mazeretle uzaklaşır, senin değil yardımına koşmak, seni görmek bile istemez.
Kimileri vardır; kara gün dostudur. İyi günde de kötü günde de yanındadır. Derdinle dertlenir, çare aramak için koşuşturur durur. Dostunun derdini kendi derdi bilir, derdine derman olmak için kendini paralar. Gecesini gündüzüne katar, ta ki dostu iyileşsin, derdi ne ise onun çaresine baksın.
Sadece iyi gün dostu olmanın temel sebebi ise, İslam’dan gün gün uzaklaşmamız, İslamî değerleri bir kenara bırakarak dünyevîleşmemizdir. İş böyle olunca ufak bir dünya menfaati için dost gibi gözükülüyor, menfaatler bitince dostluklar da sona eriyor.
İslam tarihine baktığımızda dostluk açısından Mekke döneminin ayrı bir yeri olduğunu görürüz. Çünkü Mekke’deki dostluklar tam bir kara gün dostluğudur. Bir müslümana hele de zayıf bir müslümana destek vermenin, ona sahip çıkmanın kor ateşi avuçlamak gibi olduğu zamanlardır Mekke dönemi. O sıkıntılı dönemde birbirlerini öyle sevmişler, öyle dost olmuşlar ki, tarihin sayfalarına altın harflerle geçmişlerdir. Yine aynı şekilde Medine’ye hicretle başlayan “kardeşlik müessesesi”, eşi benzeri yaşanmamış hadiselerle bizlere numûne teşkil etmiştir. Mekke’den sadece canlarını kurtararak hicret eden Muhacirlere, evlerini, işlerini, gönüllerini açan Ensar’ın yaptığı, “Kara Gün Dostluğu”na müthiş bir misaldir.
İşte o yüzden “ilk’ler” önem arzeder. Çünkü onlar zor zaman insanıdır. Zor zamanlarda yapılması gereken fedakârlıkların en üst seviyesini yapmışlardır. Bu yüzden Mekke Dönemi müslümanı önemlidir. Bu yüzden Bedir savaşı önemlidir. Bu yüzden İslam’a ilk inananlar önemlidir. Onlar zoru başaran insanlardı. Zor zamanın müslümanı olmak kolay değildir. Müthiş bir iman, cesaret, şecaat, vefa ve fedakarlık ister.
Dostluk, müsbet ya da menfi birlikteliklerden kaynaklanır. Gerçek dostluk ise yalnız samimi ruhlarda barınır. Gerçek dostlukta, iki kalp arasında adeta bir elektrik hattı oluşur. Bu hat sayesinde sevenle sevilen arasında bir muhabbet akışı zuhur eder. Böylece sevilenin her hali, sevene sirayet eder. Yani onun haliyle hallenir. Bunun en güzel örneğini Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizle, Ebubekir radıyallahu anh arasında yaşanmıştır:
“Bir gün Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz hastalanmıştı. Bunu duyan Ebubekir radıyallahu anh ziyaretine gitti. Çok sevdiği, canı, cananı, yaranı Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizi o halde görünce, Ebubekir radıyallahu anh evine gitti, üzüntüsünden hastalanarak yatağa düştü. Birkaç gün sonra Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz iyileşti. Ebubekir radıyallahu anhın hastalandığını duyunca onu ziyarete gitti. Ebubekir radıyallahu anh hasta yatıyordu. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin geldiğini duyan Rasulullah aşığı, öyle bir canlılıkla yataktan kalktı ve kapıya koştu ki, O’nun bu halini gören Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz:
- Ya Ebubekir, senin hasta olduğunu duymuştum, buyurunca, Hz. Ebubekir radıyallahu anh:
- Ya Rasulullah! Dostum hasta oldu, O’na üzüntümden ben de hasta oldum. O afiyet buldu, ben de afiyet buldum, dedi.”
Bu hâl dostta fâni olma halidir. Dostla aynîleşmektir. Unutmayalım ki, dostluk sayesinde en acı yemişler bile tatlılaşır. Hz. Mevlana’nın ifadesiyle:
“Dostlarla oturan kişi, külhanda, alevler içinde de olsa, gül bahçesinde oturuyor gibidir.”
Hanımınızı, şerefinizi, namusunuzu, çocuklarınızı, kısacası her şeyinizi, gözünüz arkada kalmadan güvenebileceğiniz; düştüğünüzde, ayağınız kaydığında, zorlu anlarda, kara günlerde, sizi koruma kanatlarıyla himaye eden ve size uzattığı eline, elinizi tereddütsüz verebileceğiniz, yani ihtiyacınız olduğunda “kimim var ki” demeden, “ben varım” dercesine sizi kendisi gibi kabullenecek; “Dostum, Sevdiğim” dediğinizde, hiç ama hiçbir tereddüde mahal bir zerreciği bile gönlünüzden geçirmeyeceğiniz, samimi, candan, sizde fani olmuş, sizin de onda fani olduğunuz bir dost olabilmek.
Kapısına, evine, dükkânına rahatlıkla varabileceğiniz, gece yarısı çekinmeden arayabileceğiniz, “derdim var” dediğinizde, derman için sımsıcak hislerle yanı başınızda olabilecek, “kalk gidelim” dediğinizde, ipe un sermeden, “nereye?” demeden, size güvenen, sizin de ona güveneceğiniz bir dost olabilmek.
Kişi, zahiren güllük gülistanlık içinde de olsa, dosttan uzaklığı sebebiyle batınen alevler içindedir.
Seyh Sadi der ki:
“Dostların yüzünü görmek, yarasından taze kan sızan gönül ehline merhem gibidir.”
Her dostluğun kendine mahsus bir hâli ve üslubu vardır ki ancak buna riayet edildiği takdirde o dostluklar devam eder. Ama bu dostluk adabına riayet edilmezse, her türlü muhabbet bir kine, düşmanlığa dönüşür. Bu bakımdan her şeyde olduğu gibi dostluktaki adaba da dikkat edilmelidir. Özellikle dostla hal ve harekete, konuşmaya özen göstermemiz lazımdır. Çünkü söz vardır, keskin kılıç gibidir, dostluğu keser, öldürür. Kalpte tedavisi imkânsız yaralar açar. Kalp bağındaki muhabbet çiçeklerini kurutur, öldürür. Dostun kaşının çatması bile, dostu yaralar, perişan eder. Rivayet edilir ki:
“Hallac-ı Mansur’u ahali taşlarken, o gülüyor ve:
“Rabbim, ne olur, benden önce onları afvet!” diyordu.
Oradan geçen bir dostunun gül atması üzerine ağlamaya başlayan Hallac’a sordular:
“Taşlayanlara karşı gülüyordun ama gül atılması üzere neden ağladın”. Hallac-ı Mansur:
“Dostun gülü bile acıttı.” dedi.
Dostlukların sürekliliği için “Dost adabına” riayet etmemiz elzemdir.
Bir Allah dostunun ifadesiyle:
“Masivanın bulaştığı dostluklar ise, keskin bir bıçağın ağzına sürtülen ipe benzer, birkaç darbeyle kopar gider. Şüphesiz böyle dostlukların ne dünyamıza, ne de ahiretimize faydası vardır. Aksine her iki cihanda da sahiplerine zarar üstüne zarar verir. Onun için layık olanlarla dost olabilmek kadar, bu dostluğu muhafaza edebilmek de şarttır.”
Burada yazdıklarımız hep arzu ettiğimiz, özlediğimiz, olması gereken özellikteki dostluklardır. Dostluklar sağlam temeller üzerine bina edilmelidir. Eğer ki sağlam zemine bina edilmezse, çok çabuk yıkılır; sevgiler kine, dostluklar düşmanlığa dönüşür. Bu yüzden bu konuya dikkat etmemiz ve dostluklara önem vermemiz gerekmektedir.
Büyüklerin:
“Hatasız dost arayan, dostsuz kalır” sözünü de aklımızdan çıkarmamalıyız.
Dostluk üzerine şu ayete kulak vermemiz önem arzeder:
“Sizin dostunuz ancak Allah, O’nun Peygamberi ve namaz kılan, zekât veren, rüku eden müminlerdir” (Maide 55)
Evet! Hakiki dostluk elbetteki Allah ile olur. O seviyeye ulaşmak ne büyük bir saadettir. Ne büyük bir mutluluktur. O zaman insanın sırtı yere gelir mi hiç? Dostların en güzeli ile dost olabilmek, arzu edilen en güzel hâldir. İşte o zaman insanın ruhunda ne güzellikler açar. Kalbi gülistanlığa dönüşür. Ve o zaman dosta ulaşabilmek neşesiyle, ölüm bile bir Şeb-i Arus (düğün gecesi) olur. İşte o zaman Dost ile mukabele, yani namaz ne tatlı gelir insana. Dostu tanımadan önce seherlere kalkmak zor gelirken, Dost’la dost olduğumuz zaman seherleri iple çeker hâle geliriz. O zamanın tadını hiçbir yerde, hiçbir şeyde bulamayız. O zamanın geçmesini hiç istemez, o ünsiyetin bitmesini dilemez hâle geliriz.
Ne mutludur o kimseye ki, fânî dost ve sevgililerin tuzağından kendini kurtarır da, daha bu dünyada iken ebedî dost ve sevgili olan Allah’ı bulur, canımız, cananımız, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimize candan bağlanır ve ehli imanla mutlu olur. Bu konuda Hz. Mevlana şöyle buyurmuştur:
“Şunu iyi bil ki, bu dünyada ki fânî ve yalancı dostlar, sahte sevgililer, sonunda hepsi de sana düşman kesilecektir.”
Allah Teala’dan bizleri kendine ve Rasûlüne dost etmesini niyaz eder, hakiki dostlukları nasip etmesini dilerim. Allah Teala sahte dostluklardan muhafaza eylesin. Gerçek dostluğun tadına erdirerek, dost olabilmeyi ve dost kalabilmeyi nasip eylesin…
Gönül seni bulmuş ise,
Başkasını anar mı hiç.
Ateşine yanmış ise,
Başka nara yanar mı hiç.
Seni bulanlar bulmuştur,
Akıp akıp durulmuştur.
Bu aciz Senin’le doymuştur,
Başkasıyla kanar mı hiç.
İhtiyacım Var...
Ekmek kadar, hava kadar, su kadar,
Gönül dostlarına ihtiyacım var.
Bülbül için bir gül kokusu kadar,
Gönül dostlarına ihtiyacım var...
Candan aziz bildim hatırasını,
Can dostun bir ömür tuttum yasını
Hatırdan çıkarmam dostun hasını
Gönül dostlarına ihtiyacım var...
Dost dediğin dost kadrini bilecek
Dost ile ağlayıp dostla gülecek
Kara günde çağırmadan gelecek
Gönül dostlarına ihtiyacım var...
Dün dost dediğimi bugün yermedim,
Sır bohçasın açıp yola sermedim
Kusur benim, dostta kusur görmedim
Gönül dostlarına ihtiyacım var...
Hâline şükredip halden anlayan
Mızrabı vurmadan telden anlayan
Selamdan, kelamdan, dilden anlayan
Gönül dostlarına ihtiyacım var...
Dostumun dostunu dost bildim, andım.
Nice dost eliyle odlara yandım
Riyakâr dostlardan bıktım usandım
Gönül dostlarına İhtiyacım var...
Makamdan, mevkîden, maldan, paradan
Dem vuran tüm dostlar çıksın aradan
Bana sadık dostlar versin Yaradan
Gönül dostlarına ihtiyacım var...
Abdullah GÜLCEMAL