Ben Kimim?
Şubat 2017 Ömer SARIKAYA A- A+
A- A+

Ben Kimim?

Bismillahirrahmanirrahim

Peygamber Efendimiz aleyhisselam “Kendini bilen Rabbini bilir.” buyuruyorlar. Biz bu hadise binaen aynanın karsısına geçip kendimize bir soralım: Ben kendimi ne kadar tanıyorum ve Allah azze ve celle beni nasıl tanımlıyor? Allah azze ve celle buyuruyor ki “Biz insanı ahsen-i takvim olarak yarattık.” (Tin, 4) yani mükemmel, kusursuz, muhteşem. Düşünsenize; saçlarımızdan tırnaklarımıza kadar bütün uzuvlarımız, içimizde taşımış olduğumuz bütün duygu, his ve arzular muhteşem bir yaratılışın göstergesi değil mi? Mesela birbirinden değişik tatları ayıran dilimiz, birbirinden güzel kokuları ayıran burnumuz, milyonlarca rengi ayıran gözlerimiz, insanlar arasında sevgi ve muhabbeti artıran aynı zamanda insanların çoğalmasını sağlayan kadın ve erkek yaratılışımız, düzen ve intizam içinde yaşamamız için gereken yönetme, itaat eme, öğrenme, çalışma, azim, sevilme, takdir edilme, kazanma, faydalı olma gibi hislerimiz…

Allah bizi bu kadar muhteşem yarattığı gibi ihtiyaçlarımızı da en mükemmel şekilde yaratmıştır. Dili, burnu, gözü vs. yaratan Allah bin bir çeşit renk, tat ve kokuda bir dünya; yönetme, sevme, kazanma, faydalı olma, çalışma gibi güdülerini de tatmin etmesi için bireysel yaşamı değil, birlikte toplum olarak yaşamayı yaratmıştır.

Niçin Yaratılmıştık?

Bizi ve yaşadığımız çevremizi bu kadar mükemmel yaratan Allah azze ve celle “Ben insanları ve cinleri (midesine, şehvetine, çocuklarına, makamına, malına, övülme gibi nefsi arzularına değil) ancak bana ibadet etsinler (şükretsinler, verdiğim nimetin hakkını versinler) diye yarattım.” (Zariyat, 56) buyurarak bizim yaratılma sebebimizi ortaya koyuyor. Bu buyruğa uyan ve uymayan insan manzaralarının nasıl bir sonla karşılaştıklarını gelin Allah’ın kitabı Kur’an’dan tanıyalım; ilk önce Firavun, Karun, Bel’am sonra bahçe sahipleri ve Hz. Süleyman üzerinden tefekkür edelim.

Allah, Firavuna yeryüzünde vezirler, hizmetkârlar, cariyeler, tahtlar, saraylar ve türlü türlü nimetler içinde bir mülk bahşetmiş ve nimetin asıl sahibinin Allah olduğunu hatırlatması içinde Hz. Musa’yı ona elçi göndermiştir. Ama Firavun ellerinin altında bulunan mülkün sarhoşluğuna kapılıp mülkün asıl sahibinin kendi olduğunu, Mısır topraklarında kendinden başka bir rab, ilah ve otorite tanımayacağını ileri sürmüş ve Musa’nın nezdinde Allah’a savaş açmış fakat sonunda Kızıldeniz’de ordusuyla birlikte boğularak helak olmuştur.

Karun

Karun ise Musa aleyhisselam’ın amcasının oğlu olup Musa’ya iman etmiş mü’min kullardan biri idi. Musa aleyhisselam’dan öğrendiği kimya ilmi sayesinde öyle bir zenginliğe ulaştı ki hazinelerinin anahtarlarının ağırlığını develer çekemez olmuştu. İnsanlar keşke bizim de böyle malımız olsa diye Karun’a imrenirlerdi. Mülk, Karun’u öyle bir esir almıştı ki tanrısı dinar, ibadeti ticaret olmuştu. Musa’ya zekât farz kılındığında Karun’un yanına gitti ve Allah’ın emrini iletti. Karun bunun üzerine Musa’ya “Siz ne zaman haraç alır oldunuz?” diye haykırdı ve bunu toplum önünde tartışmaya davet etti. Musa aleyhisselam kabul etti. Karun ahlaksız bir kadını satın alarak, Musa’ya tartışmanın olduğu gün zina isnat etmesini istedi. O gün geldiğinde kadın yaptığına pişman oldu ve gerçekleri söyledi. Bunun üzerine Musa aleyhisselam ellerini kaldırdı ve dua etti. Ertesi gün insanlar büyük bir gürültü ile uyandı. Karun hazineleri ile birlikte yerin dibine batmıştı. O gün Karun’a imrenen kimseler onun yerinde olmadıkları için Rabbine dua etti.

Bel’am bin Baura

Bel’am bin Baura ise Musa aleyhisselam döneminde yaşayan Allah’ın veli bir kulu idi. Allah onun hiçbir duasını geri çevirmedi. İsmi azam duasını bilen âlim bir kul idi. Kabilesi ve akrabaları Bel’am’ın yanına gelerek Musa aleyhisselam’ın ordusuyla beraber üzerlerine geldiğini haber ettiler ve Musa aleyhisselam’a beddua etmesini istediler. Bel’am ilk önce bunu yapamayacağını, dünya ve ahiretinin helak olacağını söyledi. Ama sonra teklif ettikleri mal, şöhret ve şeytanın “Sen de üstün bir kulsun.” taltifleri onu ikna etti. Beddua etmek için her zaman gittiği dağa tekrar gitti ve beddua etmeye başladı. Ama ettiği dua geri dönüyor kabilesi felakete uğruyordu. Allah onun dilini köpek dili gibi uzattı ve helak etti.

Bahçe Sahipleri

Diğer bir tabloda ise çok güzel bahçeleri olan bir adam vardı. Bu adam, bahçesinde yetiştirdiği ürünleri dostlarına ikram eder, fakir fukara ile paylaşırdı. Adam vefat etti ve bahçeleri üç evladına kaldı. İki evladı “Yarın sabah erkenden kimseler gelmeden bahçeye gidelim ve topladığımız ürünleri kimseye vermeden getirelim.” diye sözleştiler. Üçüncü ise bunun yanlış olduğunu söylemeye çalıştı ise de anlatamadı ve sabah bu niyet üzere kalktılar. Bahçelerinin yanına geldiklerinde yanmış, kül olmuş bir bahçe gördüler. İnanamadılar ve bu bahçe bizim bahçemiz olamaz, yanlış yere gelmiş olmalıyız diye sağa sola koşuşturdular ama nafile. Üçüncü kardeş diğer ikisine dün akşam ki konuşmaları ve nimetin sahibini unuttuklarını, aşırıya gittiklerini hatırlattı. Daha sonra hep birlikte pişman oldular. Daha güzel bir kul olacaklarını ve belki Allah’ın daha güzel bir bahçe murat edeceğini temenni ederek ayrıldılar.

Hz. Süleyman aleyhisselam ve Atları

Örnek alacağımız bir kıssa ise Süleyman peygamberden bahseder. Allah, O’na, Firavun’a Karun’a Bel’am ve bahçe sahiplerine verdiğinden daha fazla mülk ve ilim vermişti. İnsanlardan, cinlerden ve hayvanlardan oluşan güçlü bir orduya sahipti. Bütün hayvanların dilini bilir, konuşurdu. En değerli hazinelere, bahçelere sahipti ama Süleyman aleyhisselam bu nimetleri Allah’ın rızasını kazanmak için harcar, orduları ile zalim krallardan halkı kurtarırdı. Zenginliğiyle fakir fukarayı gözetir, halkını adalet içinde yönetir ve hiçbir meşguliyet onu Rabbine kulluktan ayırmaz bilakis Allah’ı hatırlatırdı. Tıpkı atları gibi. Hz. Süleyman atları çok sever, onlarla fazlaca meşgul olurdu. Bunun üzerine “Ey Süleyman! Bu atlar seni Allah’ı anmaktan alı koymuyor mu?” dediklerinde, “Hayır, bilakis onlar bana Allah’ı hatırlattıkları için onlarla vakit geçiriyorum.” demiştir.

Evet, değerli kardeşlerim. Kendimizin ve çevremizin büyük bir nimet olduğunun farkına varır ve bu şekilde yaşarsak Hz. Süleyman gibi hem dünyada hem ahirette mutlu oluruz. Ama Firavun, Karun, Bel’am gibi malın, makamın ve şehvetin sarhoşu, kulu olursak helak olur, dönüşü olmayan bir azaba duçar oluruz. Allah bize kendini hatırlatacağı, razı olacağı nimetler versin. Kendinden uzaklaştıracak nimetleri de bizden uzaklaştırsın. Amin.

Yazımızı paylaşın..

Facebook Twitter Whatsapp’ta Paylaş Google Email Print LinkedIn Pinterest Tumblr