Haziran 2012 Nureddin SOYAK A- A+
A- A+

Başa Kakanlardan Olma!

Rabbimiz, kullarına müşterek nimetler ihsan etmiştir. El, ayak, göz, kulak gibi. İmtihan gereği kimilerinden bu nimetleri eksiltmiştir. Kimilerine de ziyade nimetler ihsan etmiştir. Akıl, zekâ, bilgi, beceri gibi. Varlığa sevinip yokluğa yerinmemeli, varlığa şükredip, yokluğa sabretmelidir. Ferdî, ailevî toplumsal hayatımızda varlıkların varlığını, yoklukların da yokluğunu çok yakından hissederiz. Akıllı mü’min her iki hali de kazanca çevirmesini bilmelidir. Aklını, nefsini, malını Allah yolunda infak edebilmelidir. Aklın infakı, aklını vahyin denetimine verip her türlü hayırla meşgul etmek ve Allah davasının ikamesi uğrunda yormaktır. Allah Teâlâ’nın rızasını kazanmanın gayret ve çabası içerisinde olmaktır.

Kişi, îlayı kelimetullah uğrunda zihnini meşgul etmeli bunun yol ve yöntemlerini araştırıp fedakârane çalışmalıdır. Bunu yaparken de aklını diğer akıllardan üstün görüp diğerlerini küçümsememeli aklında üstünlük fark ediyorsa Allah Teala’ya şükredip aklını Allah davasına daha çok hizmet ettirmelidir. Ne kadar akıllı olursa olsun, aklını Allah Teala, Rasulullah (s.a.v) ve de ulü-l emre itaat ettirmelidir. Aklını ve aklının üstün kavrayışlarını putlaştırır, akıldanelik, ukalalık yaparsa o akıl onun dünyada ve ahirette başına bela olur. Aklını nefsinin, şeytanın emrine verenler helak olmuştur. Aklını yaradılış amacı doğrultusunda kullananlar akıllarını aklın sahibinin emrine vermiş, dünya ve ahiret saadetine ermişlerdir. Rabbimizin kullarına bahşettiği en büyük nimet olan akıl, vahyin denetimine verilince, kişi için rehber olurken, nefsin ve şeytanın denetimine verilirse sahibi için rehzen olur.  Yol kesici harami olur. Nimet amacından ancak bu kadar saptırılabilir.

Müslüman, Allah davasına hizmet alanlarında, aklını davanın en ileriye götürülmesinde kullanmalıdır. İsabetli görüşler, buluşlar ve projeler üretmelidir. Bunları başarınca da benliğe kapılmamalıdır. Bununla insanları küçümsememeli, onları da töhmet altında bırakmamalıdır. Allah’ın dinine hizmette usul ve yöntem vardır. Akıl akıldan üstündür. Akıllar konuşturulmalı, tartıştırılmalı fakat hâkim akıl tek olmalıdır. Hizmet eden tüm akıllar hâkim olma mücadelesine girerse orada kavga olur, gürültü olur, huzursuzluk olur. Hâkim aklın tek olduğu organizelerde yanlış veya doğru bir neticeye varılır. Hâkim aklın çok olduğu organizelerde neticeye varılmaz. Ne güzel demişler; “Horozu çok olan yerin sabahı geç olur.” Vahiy eğitiminden geçen akıllar hâkim aklın vahye ters düşmeyen hükmüne razı olurlar. Hastalıklı akıllar ise aklını putlaştırır da ukalalığına vahiyden destek aramaya çalışır. Her şeyi bilen, kalplerin gizlediklerini bilen Rabbinin ayetlerini kötü emellerine alet eder. Rabbimiz:

“Onlara Akılları mı bunu emrediyor, yoksa onlar, azgın bir topluluk mudur? (Tur, 32)

“Şeytan sizden pek çok milleti kandırıp saptırdı. Hala akıl erdirmiyor musunuz?(Yasin, 62)

“O kullarım ki, Onlar sözü dinlerler sonra da en güzeline uyarlar. İşte onlar Allah’ın doğru yola ilettiği kimselerdir. Gerçek akıl sahipleri de onlardır.”(Zümer, 18) buyurmaktadır.

Normalde akıl insana iyilikleri ve güzellikleri emreder. Bundan dolayıdır ki “Aklın yolu birdir.” denilmiştir.

Fakat akla bazen inkar, bazen nifak, bazen haset, bazen nefis, bazen şeytan,  bazen şehvet, bazen öfke galebe çalar da aklı vahyin yörüngesinden saptırır. Akıllar, akılların yaptığına hayret eder. Akıl akıl olalı sözün en güzeline, Allah’ın sözüne tabi olmaktan daha güzel bir iş yapmamıştır. Rabbimizin “Gerçek akıl sahipleri” buyurduğu kişiler de bunlardır.

Ukalalar, kendilerinden akıllı, kendilerinden bilgili, kendilerinden becerikli kimse kabul etmedikleri için, sanki kendileri olmadan hiçbir iş yapılamayacağını zannederler. Bunlarla organize işler, güzel işler, hayırlı hizmetler yapılamaz. Gerçekten böyle olsaydı, bunların vefat etmesi ile veya hizmetlerden el çekmesi ile tüm işlerin durması ve akamete uğraması gerekirdi. Hâlbuki dünya kurulduğundan beri böyle bir durum söz konusu olmamıştır. Bunlar kural koymaya ve kural iptal etmeye yegane yetkili olarak kendilerini görürler. Dün ak dediklerine bugün kara diyebilirken, dün küfürle itham ettikleri bir çalışmayı bugün baş tacı yapabilirler. Bir dostumuzu ziyarette bu konular açılmıştı, bu durumda olan arkadaşı ile karşılaştıklarında “bu bizim rahmetli filan‘a ne kadar benziyor” dediğini anlatmıştı. Günümüzde fikir rahmetlilerinin sayısı her geçen gün artmaktadır. Bunun temel nedeni ilahî ve nebevî ölçülerin tam ve sağlıklı olarak alınamayışından kaynaklanmaktadır. Bunlar öyle hastadırlar ki, kendi dedikleri olmadığı zaman, hizmet edenlerin başarısızlığını ve hizmetlerin akamete uğramasını dört gözle beklerler; yeter ki kendileri haklı çıksın da, hizmet, hatta dava akamete uğrasın. Bunlar maddî veya manevî çıkar ve menfaat peşinde olan basit insanlardır. Rabbimiz bunların şerrinden tüm samimi hizmet ocaklarını muhafaza eylesin.

Allah Teala:

“Dinlerini bir oyuncak ve bir eğlence edinen ve dünya hayatının aldattığı kimseleri bırak! Kazandıkları sebebiyle hiçbir nefsin felakete düçar olmaması için kur’an ile nasihat et. O nefis için Allah’tan başka ne dost vardır ne de şefaatçi, O bütün varını fidye olarak verse, yine de ondan kabul edilmez. Onlar kazandıkları yüzünden helake sürüklenmiş kimselerdir.”(En’am, 70) buyurmaktadır. Allah’ın dini, onun dinine hizmet, kimsenin oyun ve eğlencesi değildir. Dünya hayatının aldattığı kişilerin bu davaya hizmetle alakası yoktur. Davaya hizmet yerleri, kimsenin kaprislerini tatmin yeri değildir. Bunlar dün de bugün de insanları Allah davasından soğutmuşlardır. Fitneye sebep olmuşlardır. Bunlara fırsat verenler de bu büyük vebale ortak olurlar. Allah davasına hizmet iddiasında olanlar, neye, niçin, nasıl hizmet edeceklerini de bilmek zorundadırlar. Nefislerinin kazandıkları sebebi ile felakete düçar olmamaları için Kur’an’ın nasihatine kulak vermek zorundadırlar. Nefislerinin zebunu olanlar bu davanın hadimi olmazlar. Allah davasına hizmet iddiasında olanlar önce kendi nefisleriyle olan meselelerini halletmelidirler. Rabbimiz:

“Her nefis kazandığına karşılık bir rehindir.” (Müddesir, 38)

“De ki; Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan çok esirgeyendir.” (Zümer, 53) buyurmaktadır.

Müslüman, sık sık nefsinin kazandıklarının muhasebesini yapmalıdır. “Ben bugün ne kazandım? Hayır mı, şer mi? Ömrümde ne kazandım?” diye kendisini sürekli sorgulamalıdır. O ana kadar haddi aşmışsa bile dur demeli, Rabbine ihlas ve samimiyetle yönelerek, tevbe etmeli, yolunda daim ve kaim olabilmesi için Rabbinden sürekli yardım dilemelidir. Rabbinin çok affedici ve bağışlayıcı olduğunu unutmamalıdır. Rabbimiz:

“Allah mü’minlerden, mallarını ve canlarını cennet karşılığında satın almıştır.” (Tevbe 111) buyurmaktadır.

Allah davasına hizmet iddiasında olan her Müslüman, her şeyini Allah yolunda feda etmediği müddetçe samimiyet testini geçemez. Her şeyin sahibi olan Allah Teala’ya, her şeyini feda edebilmelidir. Rabbimiz:

“Onlar İslam’a girdikleri için sana minnet ediyorlar De ki; Müslümanlığınızı benim başıma kakmayın. Bilakis sizi imana erdirdiği için Allah sizin başınıza kakar. Eğer doğrulardan iseniz.”(Hucurat, 17)

Ayette Müslümanlığını, Allah davasına maddî ve manevî desteklerini, bilgi, beceri ve kabiliyetlerinden kaynaklanan hizmetlerini birilerinin başına kakanlara ilahi ikaz var: Böyle yapmayın. Bütün bu nimetleri size ihsan eden Allah da bunları sizin başınıza kakarsa yaptığınızın altından kalkamazsınız.

Yazımızı paylaşın..

Facebook Twitter Whatsapp’ta Paylaş Google Email Print LinkedIn Pinterest Tumblr