Akıl ve değer Hastalığı: Taassub
Zihin melekesi ve değer dünyası, insanı diğer varlıklardan ayıran iki temel yönü oluşturmaktadır. İnsan, yaşadığımız dünyada düşünen ve değer üreten tek varlıktır. İnsanoğlunun bütün davranış kalıpları, davranışlarının yönü ve gücü, bu iki temel özellik tarafından biçimlenir.
Zihin (akıl) ve değer (duygu) dünyası, insanı, varlıkların en üstünü yapabildiği gibi en aşağısı haline de getirebilmektedir. Bir başka ifade ile insanın insanlaşması ve hem kendine hem de çevresine yarar sağlaması, bu iki yönünün sağlıklı temellere dayanması ve etkin kullanabilmesi ile mümkündür. Bu iki gücünü insanî biçimde şekillendirip kullanan bir kişi, tüm varlık ve insanlık âlemine önemli kazanımlar sunabildiği gibi, aksi durumda varlık âleminin ve insanlığın baş belası olabilmektedir.
İnsanın bu iki uç sınır arasındaki konumunu, akıl ve değer dünyasını biçimlendiren ölçülerin doğruluğu ve bunlardan etkin yararlanabilme gücü belirlemektedir. Normal insanlar, akıl sahibi ve değer üretme kapasitesi ile birlikte dünyaya gelmektedir. Ancak onların gerek akıl ve değer ölçüleri, gerekse bunları doğru kullanabilme gücü, eğitim yoluyla sonradan kazanılmaktadır.
Bu durum, insanın insanlaşması ya da akıl ve değer ölçülerinden en etkin şekilde yararlanabilmesi açısından eğitimin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Bireyin aile, okul ve diğer eğitim ortamlarında gördüğü, yaşadığı, hissettiği değerlerin niteliği, akıl kullanma yol ve yöntemlerinin doğruluğu, onun zihin ve değer dünyasının, doğru ya da yanlış biçimlenmesini beraberinde getirmektedir.
Buradaki sorun, eğitim yoluyla insanın akıl ve değer dünyasının sağlıklı temeller üzerine doğru şekilde inşa edilmesidir. Bir başka ifade ile yanlış bir eğitim uygulaması, insanı, zihin ve değer dünyası yönünden hastalıklı ve problem kaynağı bir kişiliğe dönüştürebilir. Nitekim birçok zihinsel (akıl) ve duygusal (değer) hastalıkların günümüz toplumuna egemen olduğuna; birçok toplumsal sorunun temelinde zihin ve değer sağlıkları bozuk insanların yattığına sıklıkla şahit olunmaktadır. Tecavüz, katliam, işkence, terör vb. buna örnek olarak verilebilir.
Bu yazıda akıl ve değer sorunlarından kaynaklanan ve tüm toplumu etkisi altına alarak önemli problemlerin yaşanmasına zemin oluşturabilecek bir hastalık ele alınmıştır. Kısaca bu hastalığa “taassubiyet” ya da “taassub” adı verilmektedir. Kelime olarak taassubiyet, bağnazlık ve tutuculuk anlamlarına gelmekte olup bir düşünceye körükörüne bağlanıp başka din, inanç ve görüşlere nefret ve düşmanlık hisleri beslemektir. Taassubiyet, kelimenin tam anlamıyla bir hastalıktır. Taassubiyet hastalığının temelinde, insan ya da grupların zihin ve değerlerinin itidalden uzaklaşıp ifrat ya da tefrite dönüşmesi sorunu yatmaktadır. Taassubiyet, insanları birbirinden uzaklaştıran; ayrılıkları körükleyen; insan ve toplumlar arasındaki kin ve öfkeyi körükleyen bir akıl ve değer hastalığı; başka bir deyimle ruh hastalığıdır.
Bireyin herhangi bir şeye gereğinden fazla değer yüklemesi ya da gereken değeri vermemesi hali, taassubiyet halini doğurmaktadır. Bu herhangi bir şey, bir nesne, kişi, düşünce/ideoloji ya da özellik olabilir. Aşırı sevgi ve bağlılık şeklinde olabildiği gibi aşırı düşmanlık şeklinde de ortaya çıkabilmektedir. Taassub; aklın, duyguların esiri haline gelerek irade üzerindeki etkisini yitirmesi; verilecek kararı uygulamada etkisiz ve yetkisiz hale gelmesi halidir. Aklın gücünün elinden alınıp duygulara verilmesi; karar verme aşamasında aklın devreden çıkması; duyguların verdiği kararları şartsız koşulsuz kabul ederek onun beklentileri doğrultusunda düşünmesi, duyguların istek ve beklentilerine uygun gerekçeler üretmekle meşgul olması durumudur. Buna göre taassubiyetin; zihin dünyasının iflas etmesi; duygular karşısında aklın biçare kalması olduğu söylenebilir.
İnsandaki taassub tutum ve davranışı, doğuştan gelmeyip yaşam sürecinde eğitim yoluyla kazanılmaktadır. Aklın ve duyguların doğru biçimde eğitilmeyişinin bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Taassubiyet, akıl ve değer dünyasında yaşanan rol karmaşasının bir ürünüdür. Karar vermede belirleyici olması gereken aklın yerine duyguların söz sahibi olması; aklın ise duyguların baskısı altında alınan karara mazeret üretmeye çalışmasıdır. Bu nedenle buradaki temel sorunun, insanın akıl ve değer dünyasının yanlış eğitilmesi ve biçimlendirilmesi olduğu söylenebilir.
Taassub ya da onun eş anlamlısı diyebileceğimiz “bağnazlık” hastalığına, siyasal, sosyal, psikolojik ve dini yaşamın her alanında rastlanılabilmektedir. Aşırı sevgi ya da nefrete bağlı olarak insan, herhangi bir kişiye, kuruma, inanışa ya da ideolojiye karşı akıl ile muhakeme etmeksizin körü körüne bağlanmak ya da düşmanlık hisleri üretmek şeklinde ortaya çıkmaktadır. Taassub ehli insan; bu kişi, kurum, inanış ya da ideolojileri kayıt ve şart koymaksızın kabul ya da red eğilimi gösterir. Duygularıyla düşünüp karar alır; akıl ile bu tutum ve davranışlara mazeret üretir.
Zihin ve duygular, düşünce ya da davranışların doğruluğundan ziyade onu söyleyen ya da yapan kişi ya da kuruma odaklanır. Mutaassıb kişi, düşünce ya da davranış yerine onu söyleyen ya da yapanın doğruluğuna ilişkin yargılamada bulunur. Sonuçta mutaassıb kişi; yanlış kişi ya da kurumun söylediği ya da yaptığı iyi şey kötü; doğru kişi ya da kurumun söylediği ya da yaptığı kötü şey iyi olarak algılar ve kabul eder. Buna göre Taassubun, şartlanma (koşullu) öğrenmeye güzel bir örnek oluşturduğu söylenebilir. Bilindiği üzere şartlanma yoluyla öğrenmede akıl devrede değildir ve etki ile tepki arasında bağ kurma söz konusudur. Kişinin mesaj gönderene bağlı olarak, mesaj üzerinde düşünmeksizin tepki göstermesi durumu, koşullu öğrenmenin bir sonucudur.
Örneğin mutaassıb kişi, kendini bağladığı şeyhinin, başkanının, ideoloğunun, amirinin, sosyal ya da siyasal kurumunun (din, parti, bilim vb.) söylediği ya da yaptığı yanlış şeyi, sadece o söylediği ve yaptığı için doğru kabul eder, ona göre muamelede bulunur. Düşmanlık gösterdiği bu kişi ve kurumların söylediği ya da yaptığı doğru şeyleri ise, yalnızca düşman olduğu kişi ve kurumlardan geldiği için peşin olarak reddeder, ters muamelede bulunur.
Kişilerde gözlenen taassub; din, etnik köken, cinsiyet, sosyal statü vb. kaynaklı olabilir. Günümüz toplumunda “mutaassıb” kavramı, kasıtlı ya da kasıtsız biçimde, özellikle dindar insanlarla ilişkilendirilerek kullanılmakta ve açıklanmaktadır. Oysa Hak dinlerde, adından da anlaşılacağı üzere hak/doğru olan önemlidir. Yanlış insanın ağzından çıksa da doğru, doğrudur; doğru insanın ağzından çıksa da yanlış, yanlıştır. Nitekim iman tasdik etmek; İslam ise doğru ve hak olana teslim olmaktır. Bu yönüyle İslamiyet’in taassub ya da bağnazlığı getirdiğini iddia etmek, İslamiyeti bilmemek ve onun özünü ve ruhunu anlamamaktır. Taklidi iman yerine tahkiki imanın öncelenmesi; Kur’an’ın bir çok ayetinde akletme, tefekkür ve düşünmenin emredilmesi İslamiyet ile taassubiyetin kesinlikle bağdaşmadığının en önemli göstergeleridir.
Bir akıl ve değer/duygu hastalığı olarak taassub sorunu yanlış eğitimin bir sonucu olduğu gibi onu giderebilmek de aynı şekilde bir eğitim sorunudur. Doğru bir akıl/düşünme ve değer/duygu eğitimi ile bu sorunun üstesinden gelinebilmektedir. Ama bütün hastalıklarda olduğu gibi en güzel tedavi, hastalığa yakalanmamaktır. Bu nedenle küçük yaşlardan itibaren çocuklara aklı doğru kullanabilme, duygulara hükmedebilme eğitimi sağlıklı bir şekilde verilmelidir.
Bunun en iyi yolu, düşünme, eleştirme, sorgulama, düşünce ve eylemleri mantıksal zemine oturtma egzersizlerinin yapılmasını içeren eğitim yöntemlerini kullanmaktır. Farklı kişilere ve düşüncelere açık olmak, sorgulayıcı bir tavır sergilemek; kişi ya da kurum yerine düşünce ya da eylemlerin doğruluğu ya da yanlışlığı üzerine odaklanmak gerektiği anlayışı üzerine temellenmiş bir eğitim, kişileri mutaassıb davranmaktan ve taassub hastalığına yakalanmaktan kurtarabilir.
Nitekim Kur’an’da Allah (CC)’ın insanları düşünmeye, sorgulamaya, akletmeye ve anlamaya yönlendirilmesi, akıl temelli öğrenmenin ve bilinçli bir inanışın temelini atma gayretinin bir sonucu olarak değerlendirilmelidir. Allah (CC) ve Rasulü (SAV), kendisine körü körüne bağlı bir Müslümanı arzulamaz. Ruhu ve içeriği anlaşılmadan ibadetlerin bile bir alışkanlık olarak yapılmasını benimsemez. Allah (CC) ve Rasulü (SAV), bu ümmeti; taassubtan uzak, itidal üzere hareket eden orta yolun ümmeti olarak tanımlamıştır. Kısaca taassubiyetin, zihin ve değer dünyasının iflası ve köleleşmesi olup onunla mücadele etmenin hem dinî hem de insanî bir gereklilik olduğu unutulmamalıdır.
Bu çerçevede gerek anne ve babalar, gerekse öğretmenler ve bireyler üzerinde eğitsel etkisi bulunan diğer kişilerin, şahısları ve kurumları önceleyen yaklaşım ve uygulamalardan uzaklaşıp düşünce ve eylemlerin önemliliğini ve önceliğini vurgulayan bir eğitim anlayışı ile üzerinde etki kurdukları kişilerin zihin ve değer dünyalarını biçimlendirmeye çalışmaları gerekmektedir. Zihin ve değer dünyasına; inanç, etnik köken, cinsiyet, statü gibi değişkenlere şuursuzca ve körü körüne bir bağlılık ya da düşmanlık yerleştirmek yerine bilinç ve duyarlıkla bütünleşen “itidal üzere olmak” anlayışı yerleştirilmelidir.